Kudüs'ün tarihî
sahnelerinden birisi de Selahaddin Eyyubi'nin fethidir. Selahaddin Eyyubi cuma
hutbesi irad ederken genç bir çocuk kalkar ve "Kudüs işgal altındayken sen
burada konuşuyorsun" der. Selahaddin Eyyubi cevap vermez. Ertesi gün sabah
namazı kıldırırken döner ve cemaate dünkü genci sorar, ses gelmez, çünkü genç sabah
namazına gelmemiştir. Cemaate "Sabah namazına camiye dahi gelemeyenler,
Kudüs'ü nasıl fethedecek?" der. Kudüs meselesi Müslümanların meselesi amma
velakin bütün İslam coğrafyası, bizler de olmak üzere kınamaktan başka bir şey
yapmıyoruz. Bizleri Yaratan El-Cabbar olan Allahu Teâlâ, istediği her şeyi
zorla yaptırmakla muktedir olan bir yaratıcı, Kudüs'ü işgal altından kurtaramaz
mı? Elbet kurtarır ve kurtaracaktır. Ama bizler neler yapıyoruz. İslam fıtratı
üzerine doğan bizler daha Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getiremez iken,
daha sabah namazına camilere gidemez iken nasıl Kudüs'ü fethedeceğiz?
Allah'ın ilk emri
namaz, oruç, zekât değildi. Allah'ın ilk emri cihattı. Cihat illa kılıçla mı
olacak? Kimi kalemiyle, kimi sözüyle, kimi parasıyla, kimi öğrenci yetiştirerek;
kimi görevini tam manasıyla ihya ederek... Siyonist biliyor bizi, bize inen
Kuran-ı Kerim’i dahi okumuyoruz. Okusaydık, anlamını bilip hayatımıza tatbik
etseydik vallahi dünyada Müslümanların karşısında kimse duramaz. Avrupa’nın
karanlık çağda, Ortodokslar, Katolikler ve Protestanların nasıl birbirlerini
öldürdükleri, engizisyon mahkemelerinde nice işkence yaptıkları aşikâr. Kendi
memleketlerinden kaçıp Müslüman beldesi olan Osmanlıya sığınırlardı. Bunları
bizim tarihlerimiz değil kendi tarihleri yazar. Biz Müslümanlar kendi
dinimizden olmayana bile adaletle yaklaşır, onları koruruz.
Bu ümmetçilik şuuru
gelmeden, sabah namazlarına cemaate gelmeden, Allah'ın emir ve yasaklarını tam
manası ile hayatımıza tatbik etmeden, Kudüs aşkı sadece sözde kalır vesselam.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) der ki "Müminler birbirlerini sevmekte,
birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun
bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli
hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66). Vücudun her tarafı
ağrıyor, bir türlü iman ilacını almıyoruz. Bizi futbolla, diziyle, sosyal mecra
ile oyaladılar. Yapamazsınız dediler, özümüzü unutturdular. Bizler imkânsızı
başaran bir toplumuz, küffarın karşısında dik, mazluma merhamet, Yaradana secde
halindeyiz. Bir silkinip kendimize dönmemiz lazım. Dolmabahçe Sarayı’nın
kapısında şöyle bir yazı mevcut "Cümle mazlumların kapısı" bu kapı
öyle bir kapı... Mescid-i Aksa'nın duvarında o muhteşem sloganı da
unutmayalım" لن تركع أمة قائدها محمد" "Komutanı Muhammed (s.a.v.)
olan bir ümmet boyun eğmez."
Bedir'de 313 sahabe
destan yazmadı mı? Fatih Sultan Mehmet karadan gemileri yürütmedi mi? Yavuz
Sultan Selim çölü geçmedi mi? Bunlar nasıl oldu? Tam bir iman ile oldu.
Allah’ın ipine sımsıkı sarıldılar. Serden geçtiler, tek dertleri İslam-i
mubindi. Allah elbet kendi nurunu tamamlayacak, bizle veya bizsiz. Tamamlarken
karınca misali yolumuz belli olacak mı?