1952 yılı Temmuz ayı,Hasat zamanı, Mehmet bey
yaylası. Biçer ustası Mustafa, Köy zirai kursunu bitirmiş, tarım makinaları
eğitimi görmüş, iyi bir usta. Kırmızı renkli, umudu, aşkı ve sevdası, ailesinin
geçim kaynağı, ekmek teknesi 90 siper biçerdöveri. Uçsuz bucaksız altın renkli buğday
tarlaları.Yaz ortası, cehennem sıcaklığı. Rahmet ve bereketin gökten yağarak
aktığı, yüzleri güldüren verimli topraklar.Arazideki traktörün dört tekerli
römorkun gölgesi. Sohbet eden, tarla sahibi Kara Memet, iki ırgat, biçer ustası
Mustafa, onları dinleyen Yetim Musa, namı diğer Milcan Mısa.
Babasını daha bebekken kaybetmişti Musa. Tek
başına yaşlı anasıyla birlikte yaşıyordu, karınlarını doyuracak yeterli gelirleri
yoktu. Bu yüzden köy düğünlerinden, rahmet ve adak yemeklerinden kalan artık
yemeklerle, hayır-hasanet yardımlarıyla beslenir, boş tabakları toplama
bahanesiyle arta kalan kemikli et parçalarından birkaçını yufka ekmeğe sarıp,gizlice
döş cebine koyup anasına götürür, bundan da olağanüstü mutluluk duyardı. Haddini
bilmezlerin Milcan Mısa diye çağırıpaşağıladığı köydebir tek köy öğretmeni
severdi Musa’yı. Özel bir itina gösterir, üstün bir zekâ sezerdi.Okuma şevkini,
azmini, hevesini artırmak için maaşını almaya şehre indiğinde hikâye kitapları
alır, okuduğu gazeteleri verip, sık sık tembih ederdi: “Sende bir ışık
görüyorum, geçmişine bir şey yapamazsın
ama gelecek senin elinde, bunları oku,senden çok umutluyum, Musa evladım”
*
Babadan kalan 400 dönüm buğday ve arpa
tarlası,Allah verdikçe vermişti Kara Memet’e. Mal, davar, bağ, bahçe, baba
mirası tarlalar. Tarak dişi gibi birbirine geçmiş, yumruk gibi başaklar, çakmak
taşı gibi Kunduru Buğdayı. Biçmekte zorlanan biçerdöver, oluk gibi römork
kasalarına akan, mis gibi kokan taze buğday kokusu, insanın ciğerlerini şişiren
kekik kokulu tertemiz hava. Her yıl olduğu gibi harman zamanı çok sevdiği biçer
yanından ayrılmazdı Musa. Biçer ustası Mustafa yetim olduğunu bildiğinden tarlaya
gelen sofrayı açar pişmiş tavuğun bir budunu yufka ekmeğe sarıp arka tekerin
dibinde oturan Musa’ya’ verirdi. Ömrü yoksulluk içinde geçmişti Mustafa’nın, halden
anlardı. Üstelik çocukları çok severdi. Biçer yanında büyüklere pınardan testiyle
soğuk su taşır, çay demler, hizmette kusur etmezdi Musa.Koyu bir sohbet,
yüzleri güldüren yüksek verim. Dağ gibi buğday çeçleriyle yığılı harman yeri.
— Allaha çok şükür Mustafa Usta bu yıl buğday
çok verimli.
— Öyle Mehmet ağa, hayrını görürsün
inşallah.
— İlk defa böyle bereketli bir yıl gördüm
Mustafa, bire 20 verdi mübarek.
— Öyle Mehmet ağa, şükürler olsun Rabbime.
— Sen ne yapıyonlanMısa, ne saklanın
tekerin ardında?
— İyiyim Mehmet emmi.
— Bu sene kaçı okudun bakiyim.
— Beşi bitirdim Mehmet emmi
— Okuyunca ne olucande hele.
— Doktor olacağım Mehmet emmi.
— Has..tir lan Eşşek Sıpası,bizim MilcanMisa
okuyup, Doktur çıkacak haa! Hah hah ha!...
*
Ortalığı
buz gibi bir sessizlik kapladı. Başını yere eğdi Musa, bir müddet elindeki kuru
çöple toprağı eşeledi, eşeledi, sonra aniden kalkıp arkasına bakmadan koşarak
köyün yolunu tuttu.
— Sen ne yaptın Mehmet ağa, oldu mu şimdi
bu?
— Yanlış yaptık değil mi Mustafa Usta,
biraz ağır mı oldu ne?
— Hem de ne yanlış Mehmet ağa, çocuk
yerinden kalkamadı. Gözü yaşlı gitti zavallı.
— Tüh be Mustafa dilimi tutamıyom patadan
atıyom sonunda pişman oluyom amma ne fayda?
*
1973 yılı 69 yaşına basmıştı Kara Memet.
Çocukları hayırsız çıkmış, elde avuçta
ne var ne yoksa har vurup harman savurmuşlar, aile içi kavganın, şiddetli
geçimsizliğin, uyumsuzluğun, cehaletin kurbanı olup, darma dumanolan, varlıktan
yoksulluğun dibine inen bir aile. Karısı ölmüş, çocukları, gelinleri, “altına
sidikliyor, kokuyor, odasına girilmiyor” diye bakmamış, tek başına kalmıştı. Konu
komşu vicdan sahipleri hayrına bakar olmuştu. Gitmediği doktor kalmamıştı Kara
Memed’in.
— Yıllarca doktora gittin bir türlü iyileşemedin Mehmet
ağa, hani diyorum ki bir de Ankara’ya büyük hastanelere gitsen. Daha yüksek
doktorlara gözüksen, belki iyileşirsin ha ne diyorsun.
— İyi söylüyon da muhtar. Ta Angara’lara
kim götürür beni. Elden düştük, ayaktan düştük. Kötürüm hale geldik, yatağa
bağlı kaldık. Hani ölsem kurtulsam diyom, ölemiyom da.
— Mehmet emmi senin durumuna ben çok üzülüyorum
gel benim oğlan götürsün seni Ankara’ya.
— Götürür mü Cemal, essah mı söylüyon
muhtar.
— Götürür tabi, Liseyi yeni bitirdi. Zaten
yaz tatiline girdi, boşta. Yarın sabah hazır ol öyleyse.
*
Ankara Hastanesi, Tıp
fakültesi. Beyin cerrahi bölümü. Sırada bekleyen hastalar. Acil işi çıkan
doktorun yerine, hasta muayenesine bölüm hocasının baktığı bir gün. Hoca,vizit kâğıdında ki kimlik
bilgilerini inceleyip, sedyede yatan hastanın yüzüne bir müddet derin derin
baktı, sonra;
— Geçmiş olsun, neyin var amca, diyerek
hastayı muayeneye başlar.
— Sorma doktor, tam altı yıldır gitmediğim
doktor, içmediğim hap kalmadı. Hiç fayda etmedi. Sürünerek Yürüyom, ayağa zor
kalkıyom, bir kaşığı zor tutuyom. Kurtar beni…
— Bu delikanlı neyin olur?
— O mu muhtarın oğlu, sağ olsun o getirdi
beni.
— Senin çoluğun çocuğun yok mu?
— Var, olmaz mı, iki oğlum var amma ikisi
de hayırsız çıktı, kızlar da evlenip gitti uzak diyarlara.
Kapsamlı
bir muayene, tahlil, tetkik, filimler ve sonrası…
— Birkaç gün misafirim olacaksın, ameliyat
edeceğim seni. Kabul ediyor musun bey amca?
— Allah senden razı olsun Doktor, Allah ne
muradın varsa versin. Bir tek umut sende kaldı, tamam, emme kaça çıkar bu ameliyat,
benim fazla param yok da evlat.
— Senin paran ödendi bey amca, gönlün
rahat olsun, sıkma canını.
— Nasıl! Kim ödedi benim paramı! Essah mı
diyon doktor!
— Beni tanıdın mı amca, iyi bak yüzüme?
— Yooh, tanıyamadım, kusura bakma, kimsin
sen?
— Ben mi, ben Musa’yım Mehmet amca, senin
köyden, Hacer’in oğlu Musa.
— Nee, Eşşek Sıpası Mısa! Milcan Mısa mı?
— Evet ya ta kendisi, Eşşek Sıpası,
Milcan Mısa, hatırladın mı?
Utanıp,bir
elini siper ettiği gözlerinden yaşlar yağmur damlası gibi döküldü Kara
Memed’in.
— Üzülme Mehmet amca asıl sen beni affet. Sen
benim hayatımı kurtardın, bu yüzden sana binlerce teşekkür ederim.
— Ne diyon sen oğlum, ben ne yaptım da
senin hayatını kurtardım!
— O gün çok kızmıştım sana. Söylediğin o
söz, işte o söz yıktı beni, tam bir gün ağladım. Kötü sözler söyledim arkandan.
Ama bende hırs yaptı, kin yaptı. Bileyi taşı gibi biledi zihnimi. Öğretmenimin
“sende bir ışık görüyorum“ sözüyle birleşti içimdeki duygu, bir şuur oluştu. Bu
ezik, aşağılanan, hor görülen, dışlanan kaderimi değiştirmeye ta o gün yemin
ettim. Parasız yatılı okullarda okudum. Üniversite sınavında Türkiye 67. cisi
oldum. Okulu bursla bitirdim. Kısa sürede sayende buralara yükseldim.İşte bu
yüzden sana binlerce teşekkür ederim. Benim bu makama gelmemin sebebi sensin.
Sana tekrar, tekrar binlerce teşekkür ediyorum.
*
ˑ Bir
halk deyimi: “Azimle osurun betonu deler.”
ˑ Tercüman
gazetesi sloganı “Her sabah taze bir başlangıçtır, her sabah dünya yeniden
kurulur.”
ˑ Gelin
Sultan düşüncesi: “Yarın belirsizdir, bazen hayırdan şer, şerden hayır çıkar. Her
karanlık gecenin bir sabahı vardır. Yarın kimin ne olacağı bilinmez, yükselen
düşer, düşen elbet bir gün çıkar, kimseyi hor görme evlat”