İçinde bir buhran vardı. Dolmabahçe
Sarayı’nın önünden Beşiktaşlı Yahya Efendi’nin metfun olduğu yere doğru
gitmekteydi. Geldiğinde görevini ifa ettikten sonra camide iki rekât namaz
kılıp, caminin arka kısmındaki harikulade manzaraya bakıp buhranını bir nebze
de olsa atmak istiyordu. Pejmürde bir hâli olan yaşı bayağı ilerlemiş, elinde
ufak bir buz parçası"Sürekli geçiyor" demesi dikkatini çekti. Biraz yalnız kalıp kendini dinlemek istemişti ama
sükûneti dinleyemiyordu. Meczup, elindeki buzu gösterip, “Gördün mü engel
olamıyorum sürekli eriyor.” deyip yoluna devam etti, sonra durdu ve dönüp
“Senin ömründe bak böyle, sürekli eriyor durduramıyorsun!” demesi ile içinde ki
buhranı bir kat daha arttırdı.
Hayatımız bir buz misali eriyip gidiyor.
Durdurmanın imkânı yok maalesef. Eninde sonunda gelecek olan geliyor. Ne kadar
çabalasak da, çırpınsak da, sonunda topraktan geldik toprağa dönüşeceğiz.
Enbiya Süresi 35. ayetinde “Kullu nefsin zaikatul mevt/Her canlı ölümü tadacaktır.”
Bu zaman zarfında bari güzel yaşamak
gerekmez mi? Ömür uzun oldukça ne kadar güzel yaşarsak etrafımıza da çok
faydalı olabiliriz. Ama ilk önce kendimizden başlamalıyız. Allah Resulü (sav)
Efendimiz bir hadisinde“Kişinin ömrünün uzun olması tövbesini için bir
fırsattır" demesi, ömür uzunluğunu hayatımızda avantaja çevirmemiz lazım.
Daha çok ibadet daha çok namaz ve daha çok oruç ile hayatımız bu evre etrafında
olduğu zaman harikulade bir yaşam biçimi olur. Niçin geldiysek bu cihana
görevlerini tam ve daha fazla yapmanın hazzını duymak başka bir duygu olsa
gerek diye düşünüyorum.
Karnımı doyurayım, akşam olsun
yatayım, eğleneyim, güleyim günümü gün edelim. Nereye kadar böyle? Bizim
yaratılmışlar içinde bir vasfımız olduğunu unutuyoruz. Bizler eşrefi mahlûkatız
yaratılmışlar içinde. Şeyh Galip bir beytinde diyor ki “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin senmerdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen (Ey insan evladı! Kendine
saygıyla/hürmetle yaklaş; çünkü sen kâinatta yaratılmışların özü/göz bebeği
olan insansın)