Değerli
okurlarım, bu yazı, 70'li ve 80'li yıllara damgasını vurmuş olan ve
ekonomik sıkıntıların sebep olduğu köyden kentlere göçün çileli yaşam
biçimini anlatan bir kurgudur.
Derler ki daha dünyaya gelirken ağlarmış insan. Sanki hayat boyu nelerle,
ne acılarla, ne yokluklarla, ne dertlerle karşılaşacağını sezmiş gibi, anlamış
gibi. Sonra yavaş yavaş büyür insan, tabi ki dertleri ile birlikte. Sahiden
insan büyüdükçe mi artıyor dertleri yoksa büyüdükçe mi anlıyor gerçekleri?
Bir lokma ekmek için çıkar daha on beşinde, on altısında, yeni yeni bıyıkları
terlerken kader yolcusu gurbetin yoluna. Hayatın onca yükü omuzlarında,
sılada bıraktığı sevdiklerinin hasreti yüreğinde. Elinde taşıdığı
naftalin kokulu tahta bavulu kurşundan daha ağırdır, bu,
bir lokma ekmek için geldiği gurbetin
çıkmaz sokaklarında. Aman Allah'ım ne cehennemdir ki bu cenneti ararken.
Temmuzun ortası, şehir yanıyor sanki. Ne yamanmış ekmek davası.
Cebine koyduğu beş on kuruşluk kağıt para terden sırılsıklam.Kemiklerine,
iliklerine kadar işlemiş otobüs yolculuğunun gün boyu yorgunluğu. Milyonlarca
insanın gelip geçtiği insan seli caddelerde yapayalnız ve çaresiz simdi. Ne
günahın bedelidir ki, neyin diyeti ödenmekte. Bir yanı sıla bir yanı
gurbet. Ya bir de içerisini dağlayan Meryem. Evet daha on
altısında. Yıl 1987. Arabesk müziğin fırtınalar gibi gırtlaktan
yüreğe, gönüllere kızgın lav ateşi gibi dolup taştığı o
yıllar. Arabesk olurda arabesk sevdalar, arabesk hayatlar olmaz mı?
Acı acı acı. Dört yanı çaresizlik insanın.
Sevdası ne kadar büyükse, kavuşulması da o denli imkansız
Meryemlerin. Ne sevdaların, ne şarkıların ne de gurbetin hiç
birisinin vicdanında, acıması da yok buralarda. Bir yanda
yokluk bir yanda yürek sızısı. Gözünde tütse de sılası imkanı
mı var geri dönmenin. Dönülmezmiş gurbete düşmeye görsün bir kere insan. Daha
hayatın ne olduğunu anlamaya çalışırken, hayatın tokadını yemenin ne elem
verici bir çile olduğunu anlarmış insan. Hemen kıvrılıp yatacağı bir taş döşek
olsa da yatıp uyusa. Uyuduğu zaman kurtulurmuş dertlerinden insan.
Üç kuruş yevmiye için kardığı inşaat harcına biraz su biraz da göz
yaşı dökersiniz. Tepenizin tam orta yerinde 39 derece sıcaklık. Yavaş yavaş
akşam üstü olmakta. Hafiften bir rüzgar. Uğultusu isyanlarla dolu bir
şarkı sanki. Sıla ne kadar uzak, ekmek ne kadar uzak, Meryem ne
kadar uzak şimdi. Yıl 1987. Gecenin tüm karanlığı, tüm ağırlığınca
bastı gurbetin üzerine.
Kırık dökük tek göz odalı bu gurbet yurdunda kıvrılıp yatmanın vaktidir
şimdi. Saat gecenin ikisi.131 Doğan taksinin açık
penceresinden boğunuk boğunuk bir şarkı böler bu bitmek bilmeyen geceyi.
" Kalbimde ki tatlı sızı sensin bu gönlümün yazı bakışların öyle
güzel öldürüyor beni nazı. Gülüm benim gülüm benim, derdim
aşkım canım benim" Sonra aniden müzik sesi kesilir ve araç, sokağı
motor sesi ile inleterek ayrılır oracıktan.
Yüreği kanamıştır, ciğeri parçalanmıştır. Her şey sılayı hatırlatır.
Sılanın hasreti boncuk boncuk damla olur dökülür gözlerinden çimento
torbasından
Yaptığı ve başını koyduğu yastığına.
Öylece uykuya dalar. Yarı boş midesi ve yorgunluktan bitkin düşmüş ter kokulu
vücuduyla.
Ateşler içerisindedir Meryem. Saçları tutuşur önce, sonra tüm vücudu.
Sırtından başına doğru yükselen alevler tüm bedenini sarar sarmalar. Ne
dehşetli bir rüyadır bu. Tek odalı gurbet odasında gecenin kör vakti kulakları
sağır eder Meryem'in dayanılmaz çığlıkları. Hemen can havli ile kalkar,
atılır ciğerparesi sevdiğinin üzerine. Bağrına basıp söndürmek ister bu ateş
topuna dönmüş sevdiceğini.
Sabahın ilk ışığı ortalığı aydınlatmaya başlayınca fark edilir ki bu
gurbet yolcusu zavallının cansız bedeni inşaatın dibinde. Sevdiceğini kurtarayım
derken fırlatıp atmıştır kendisini yedinci katın boş penceresinden. Kan revan
içerisindeki parçalanmış cesedinin gözlerinden akan iki damla yaşın dili
olsaydı da söyleseydi, ölmek mi zor yaşamak mı, Hasret mi daha zor
yoksa gurbet mi ?