Yurdum insanı 3 kere umreye, 2 kere Mekke’ye gitti,
tarikata girdi, kurban kesti, zekât verdi yinehuzura eremedi. En temel kişisel
sorunlarını halledemedi. Çağın insanı depresyonla, stresle, gelecek korkusuyla tanıştı. Geceleri sokaklarımız
insandan geçilmezken bugünıssızlaştı,
korkulacak bir sessizliğe bürünüp küpeli, kısırlaştırılmış başıboş sokak
köpeklerine kaldı. Beş, on milyonluk şehirlerde kalabalıklar içerisinde
insanlar yalnızlaştı. Evi, arabası, parası olanlar bile mutsuz, huzursuz.
Son yıllarda toplum
büyük bir kargaşa ve kaos ortamına girdi. Herkes kendi kişisel çıkarının, kendini
kurtarmanın peşine düştü. Siyasetçisinden tut, öğrencisine kadar herkeste bir
öfke var, bir hırs var. Ailede öfke, trafikte öfke, mahallede öfke, işte öfke, sokakta
öfke, sinir, haksızlık, düzensizlik, toplumsal değerlerde bir bozulma. Sesini
yükseltmeden konuşan din adamı yok.
Örnek mi! Al
sana hakikat: 60’lı ve 70’li yıllarda
ülkenin en saygın ve itibarlı mesleğiydi memurluk. Memurlar arasında derin bir
mesleki arkadaş sevgisi vardı. Ast-üst münasebetleri, hiyerarşik kademe,
silsileimeratibe gibi düzen ve intizamı simgeleyen kurallara, kaidelere
uyulurdu. Mesleğine âşık titiz ve temiz giyimli, kravatlı kılık kıyafet
yönetmeliğine uygun giyimine özen gösteren örnek insanların oluşturduğu bir
meslekti. Toplumda belli bir saygınlığı ve itibarı vardı memurların. Memur bir
topluma girdiğinde ayakta karşılanır, yer gösterilirdi. Bugün mevcut “kılık ve kıyafet yönetmeliği”
değişmediği ve yasak olduğu halde kanun hükmünü hiçe sayıp kot pantolonlu, renkli
tişörtlü, belik saç örgülü ve çengel bıyıklı, dövmeli, küpeliher tür renkten
kıyafet giyip işe gelen memurlar var.
“Dünya bir gün o da bugün” anlayışı ile yarınından
endişe etmeden güler yüzle, iyi niyetlesıkı ilişkiler ve derin muhabbetler
içerisinde kalabalık aile ortamında yaşayan yurdum insanı artık tek başına
yalnız evlerde yaşamak istiyor. Her konuda sorunlar çıkıyor. Uyumlu, anlayışlı
birlikte yaşayan aynı insanımızın kısa sürede karakteri, huyu değişti. Herkesin
kafasıkarışık. Toplum kendini yenileyemiyor. Çoğu insanımız biriken sorunları,
deneyim, tecrübe ve yetenek eksikliği sebebiyle para kazanamıyor ve bu haliyle
birilerine bağımlı yaşıyor, o da mutsuz ediyor. Bu olumsuzluklarvicdan,
merhamet, vefa, iyimserlik, sevgi gibi mutluluğu artıran insani duyguları azaltmasıyla
toplumsal huzursuzluk, şeker hastalığı, depresyon, stres gibi çağın en hızla
yayılan sağlık sorunlarını ortaya çıkardı.
Tutkulu aşklar,
sevgi, muhabbet, uyum, derin komşuluk ilişkileri tamamen bitti. En önemli değer güven yok oldu. Sevgi ve aşk bile çıkara ve menfaate
dayandı. Parası ve işi olmayan hiçbir erkekle kızlar evlenmiyor. Aileler tek başına yetişkin çocuklarını dahi sokağa
göndermiyor. Herkes yarınından endişe eder hale geldi.
Öte yandan bu
millet Cuma namazlarına koşarak gidiyor ancak dinden imandan zevk almıyor, bir
kısmı deist oluyor, dini bırakıyor ama müziği kimse bırakmıyor. Bay-Bayan
gençliğin tamamının şarkıların, türkülerin altında derin sevgiye, aşka, ilgiye,
alakaya, güzele olan özlemlerini anlatan on binlerce yorumları var. Hüzünlü şarkılar
ve türkülerin altındaki ölesiye, kahırlı sitemler bunun açık göstergesi. Gençlerin
içinde bulunduğu ruh ortamı şarkıların ve türkülerin altında yatan dertli yorumlardan
anlaşılıyor. Adeta acıdan besleniyor.
Dokunduğun
her gönülde bir yara var.Manevi ve ruhsal yalnızlık, duygusal çöküşler erkek ve
bayan tüm gençlerimizi gece âlemine sürüklüyor. Eskiden barlarda
pavyonlarda gösterişli, bakımlı bayanlar çok az bulunurdu. Şimdi olağanüstü
güzellikte, şık giyimli, bakımlı, milyarlık mücevherli, eğitimli bayanların
çalıştığı cazibe merkezleri haline geldi. İçkili vetürkülü barlar, pavyonlar psikolojik destek, tedavi merkezi
haline dönüştü. Popüler sanatçı Hüseyin Kağıt’ın“İnsanlar eskiden içkiyle her şeyini kaybediyordu, şimdi ayık kafa ile
kaybediyor.” Sözleri bu günkü insanımızın ruh halini anlatıyor. Artık
insanlar içmeden bazı değerlerini kaybediyor. En ufak hatada karanlığa düşen,
parasız kalan insanı en yakınları bile “enerji alamadım”, “tenlerimiz
uyuşmadı”, “ay yanılmışım şekerim”, “dayanamadım hayatım”gibi bahanelerle dert yanıp
gözünün yaşına bakmadan terkediyor.
Jean
Baudrillard’ın “Tek başına bir insan yemek yiyorsa orada insanlık ölmüştür.”
Sözü bu manada çok önemli.
*
Durmuş
Çiğdem’in bir şarkısında söylediği gibi:
“Şimdi kalbim kırık düzenim bozuk
Sen hem beni yaktın hem kendine yazık
Yarım kalan aşka çektim bir cızık
Seni bundan sonra affeder miyim?”
Sözlerinde olduğu gibi en yakınların üzeri
çizilir hale geldi.
*
Yine şarkıcı Fatih Ürek’in söylediği “Beni üzen en yakınlarımı bile hayatımdan
sildim” sözü çok önemli. Hiç kimse kahır çekmiyor, katlanamıyor, kimse kimseye
tahammül bile edemiyor. En yakınlarını bile basit sudan sebeplerle siler hale
geldi. Bu gidişat insanlarımızı
korkutuyor, herkes geleceğinden endişeli. İnsanlığın sonu faili meçhul.
*
Derin
dostluğun, seviyeli muhabbetin, tutkulu aşkın, ölesiye sevginin olmadığı bir
ortamda insanlık huzur ve mutluluğa eremez. Bir çayıra aşık olun, bir çimene,
çiçeğe aşık olun, ağaca, bitkiye, bir bebeğe aşık olun. Tutkuyla bağlandığınız
bir kitap okuma, gazete okuma, türkü dinleme, sevginiz, sevdanız, aşkınız
olsun. Yeter ki boş olmayın. Derin bir
aşkınız, tutkunuz yoksa hayatta yoktur. Aşkı olmayan insan akıldan yoksundur