Beklemek çile sığınağıdır, bitmeyen ıstıraptır, ırmak ırmaktır
gözlerden dökülen, yürekte kanayan ve dinmeyen bir sızıdır öylesine içten,
öylesine garip. Ben mi yönümü şaşırdım yoksa dünyanın rotası mı kaydı? Dünya
hiçbir zaman bekleyene beklediğini veremedi ya da vermedi. Sabretmek gerek,
ancak sabırda müjde getirmedi. Biliyorum bir şeyler yanlış gidiyor bu hayatta.
Beklerken mutlaka gelecek olan tek şey ölüm herhalde. Evet ölümden daha sadık
hiçbir şey yok sanırım. Çünkü bekle ya da bekleme mutlaka bir tek o
geliyor.
Mutluluk
gelmedi, huzur ve neşe kayıp, ortalarda yok. İyi ve güzel adına neyin peşinde
koşmuşsak asla yetişemedik. Mutluluk yıldız yıldız, yıldızlardan da uzak.
Umutlar hayal, her şeyimiz yarım yamalak ve darmadağın. Hep mi kötü biter hayat
denilen bu filmin sonu. Film kötü ve üçüncü sınıf. Kendi filmimizde bile başrol
oynatmadı kader bize. Öleceğimiz güne kadar ucuz figüranlık bizimkisi. Ne yazın
ne kışın ne de baharın tadı tuzu yok hayatımızda. Öylesine karamsarlık ve
Öylesine umutsuzluk içimiz dışımız. Dört yanımızı saran yalnızlığın taş
duvarları arasında kendi hapishanemizde, kendi hücremizde ağırlaştırılmış müebbet
cezamızı çekip gidiyoruz işte.
Her şeye
eyvallah, her şeye tamamda, bizler tahammül edemeyiz hicran yarasının
katlanılmaz çilesine. Her yara kabuk bağlamaz, her çileye dayanılmaz bu
hayatta. Şu bir hakikat ki felek asla bizden yana değil. Zaman içerisinde
hafifler sandığımız acılar daha da bir azgınlaştı sanki. Her doğan gün bir
başka dert, her gelen yıl bir öncekini aratır oldu. Ne türküler, ne şiirler, ne
şarkılar, eskisi gibi güzel gelmiyor artık. Ekmeğin, suyun tadı kaçtı artık
buralarda. Nevri döndü hayatımızın. Baktığımız aynalar bile bize düşman mıdır
nedir. Yüzümüzdeki, alnımızdaki kırışıklıkları daha da bir çirkin gösteriyor.
Hâlbuki ben aynaları hep dost bilirdim. Hiç bir şeye, hiç kimseye
güvenilemiyor demek ki bu hayatta.
Yıllar
çok acımasız bunu anladım. Dinmeyen, asla azalmayan asla hafiflemeyen bir sızı
oldu hayat bize. Ne gecesi ne de gündüzü belli değil yaşadığımız zamanın. Bir
tiyatro mu yoksa bu hayat. Kim kurdu bu çile sahnesini, kim yazdı bu acı
senaryoyu? Niçin biz, neden, kime, niye? Hayat tiyatrosu acıklı
olunca sahneler kaldıramıyor çile yükünün ağırlığını. Bitmiyor,
bitmeyecek gibi yaşadığımız bu oyun. Allah’ım bir yerde artık nihayet bulmalı,
dinmeli acılar, azalmalı bu dert yükü. Bir insanın et ve kemikten örülü aciz
vücudu daha ne kadar dayanabilir, daha ne kadar çekebilir. İnsan çile
vagonlarının yorgun lokomotifi. Yoruldu lokomotif. Paslanmış, kapkara olmuş
vagonlar dahi çürümüş artık taşıdığı çile yükünün ağırlığından.
Ben mi tuttum
güneşi doğmasın diye. Doğmadıysa güneşim suçlu ben miyim yine. Sonbahar
yaprağıyım peşimde rüzgâr. Dinmiyor gözyaşlarım bomboş ufuklar.’Yeter yeter bir
avuç kar beyazı, bir tutam yol bana. Tükendim, tükendim, tükendim artık. Ne de
güzel dile getirilmiş hayat 1980’lerden kalma bu güzel şarkının bu güzel
sözlerinde. Çok lafa, uzun söze gerek yok. Kalem ve dil güçlü, yürek yangın
yeri ise bir tek mısrada bile anlatılır bir ömre sığan çileli hayat.