11 Mart 1884’te Balıkesir’in Gönen kazasında doğmuştur. Babası
Ömer Şevki Efendi redif taburunda yüzbaşıdır. Ömer Bey Kafkasyalı halis bir
Türktü. Ömer
Seyfettin, dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğudur.
Ömer Seyfettin’in annesi Fatma Hanım ise İstanbulludur. Babası
“İsfendiyar oğullarından Ankaralı topçu kaymakamı Mehmet Bey’dir.”
Ömer
Seyfettin, dört yaşında iken, Gönen’de Mahalle Mektebi’ne başlamıştır.
“Gönen’den (1892) tarihinde ayrılan Ömer Şevki Efendi, bir zaman İnebolu ve
Ayancık gibi Karadeniz kasabalarında bulunmuş ve Ömer Seyfettin’in bu
kasabalardaki okul hayatının tamamen çığrından çıktığını gören annesi Fatma
Hanım, kocasının Ayancık’a tayinini fırsat bilerek Ömer Seyfettin’i birlikte
alıp İstanbul’a getirir. Ömer Seyfettin, artık dedesinin Kocamustafapaşa’daki
konağındadır. İstanbul’a bu suretle yerleşen Küçük Ömer, Aksaray’da bulunan bir
özel okulda, “Mekteb-i Osmanî”de ilköğrenimine başlar.
“Ömer
Seyfettin 1893 yılında Eyüp Sultan’daki Baytar Rüştiyesi’ne yerleştirilir.” “1896 yılında da Edirne Askeri İdadisine
başlar.” “1900’de İstanbul’a gelerek Mekteb-i Harbiye-i Şahane’ye katılır”
“Mekteb-i
Harbiye’den 22 Ağustos 1903 tarihinde mezun olur.”. Mezun olduktan sonra
“1906’ya kadar İzmir Redif fırkasında hizmet eder. 1906’da açılan İzmir
Jandarma zabitan ve efrad mektebine muallim tayin edilir. 1908’de Üsteğmenlikle
üçüncü ordu nizamiye taburlarına, biraz sonra Bulgaristan hududunda “Yakorit”
bölüğüne naklonur. 1910 yılında tedris ücretini vererek askerlikten istifa
eder. Selaniğe gelir.”
1910
yılında Hüsn ve Şiir dergisi ile tanışmıştır. Bu dergi daha sonra Genç Kalemler
ismi altında yeni bir edebi akımın, yeni bir idealin bayraktarlığını
yapacaktır. Fakat bu dergide başlayan yaygın hayatı Trablusgarp ve Balkan
savaşının başlamasıyla yarım kalmıştır.
Savaş
sırasında gördükleri ve yaşadıkları, daha sonraları yazacağı hikayelere,
Türkçülük idealine hatta tüm hayatına yön vermiştir. “18 Ocak 1913’te Yunan
askerlerine esir düşer ve 15 Kasım 1913’te serbest bırakılır”
İstanbul’a
döndükten sonra Türk Yurdu ve Türk sözü dergilerine yazılar yazar. 1914 yılında
Kabataş Sultanisi’nde edebiyat öğretmenliğine başlar. 1915 yılında Calibe Hanım
ile evlenir. 1916’da Fahire Güner adında bir kızları olur. Fakat Ömer Seyfettin
Fransız okulunda okumuş ve hayat tarzını da bu yönde şekillendirmiş Calibe
Hanım ile anlaşamayarak 1918’de ondan ayrılır.
Bu
ayrılıktan sonra Ömer Seyfettin Kalamış’ta Münferit Yalı adını verdiği köşke
yerleşir. Bir süre yazı yazamaz ve hasta olur. Ölümüne kadar olan süre hikaye
yazması bakımından en verimli yılları olur. Münferit Yalı’da geçen zaman içinde
başta Ali Canip Yöntem, Faruk Nafiz, Cemil Sena, Reşat Nuri, Yusuf Ziya Ömer
Seyfettin’i yalnız bırakmazlar.
Ömer
Seyfettin 6 Mart 1920 tarihinde Haydarpaşa Tıp Fakültesi’nde şeker
hastalığından ölür. Önce Kadıköy’deki Mahmut Baba mezarlığına gömülür. Daha
sonra da Zincirlikuyu Asri Mezarlığı’na nakledilir.
Böylece
Türk Edebiyatının en değerli simalarından, Milli Edebiyat ve Yeni Lisan’ın en
ateşli savunucularından, Türkçülük idealinin fikir adamlarından olan ve 36 yıla
sığdırdığı, sayısız hikaye, makale ve şiirlerin sahibi olarak Ömer Seyfettin’in
tarihteki doldurulamaz yerini alır.
ESERLERİ
Romanları: Foya, Sultanlığın
Sonu (yarım kalmıştır.)
Hatıra: Balkan Harbi
Hatıraları, And
Tiyatro: Mahçupluk
İmtihanı (Bir perdelik komedi)
Hikâyeler: 125
hikâyenin yer aldığı eserleri; İlk düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Bomba, Gizli Mabed,
Asilzadeler (Efruz Bey), Perili Köşk, Bahar ve Kelebekler, Beyaz Lale, Dalga,
(Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür ), Eski Kahramanlar, Nokta. Hikâyeleri kitap
olarak değişik tarihlerde yayınlanmış ve yayınlanmaktadır.
Başta
hikaye olmak üzere, şiir, tiyatro, hatıra ve makale dalında eserler veren Ömer
Seyfettin’in yazı hayatı savunduğu Yeni Lisan ve Milliyetçilik akımıyla bir
paralellik gösterir. Hemen hemen yazdığı bütün eserler, üç kıtaya yayılmış
büyük bir imparatorluğun dağılma döneminde yaşadığı kesitler ve bu sürecin
birey ve toplum üzerindeki etkileri çerçevesinde şekillenmiştir. O, toplumun
yaşadığı bu buhranın teşhisini hem ortaya koymuş hem de buna bir çözüm önerisi getirmiştir.
Ömer
Seyfettin çok iyi bir gözlemciydi ve bazen kendi hatıralarından, bazen
arkadaşlarının anlattıklarından hikaye çıkarabilecek bir yeteneğe sahipti.
Başkası için çok küçük veya önemsiz denebilecek küçücük bir olay Ömer Seyfettin
için bir hikaye veya hikayenin ana hatlarını oluşturabiliyordu.
Eserlerindeki
zengin mevzunun diğer bir nedeni de, kısa yaşamına rağmen kendi hayat
tecrübelerini de yazı hayatına aksettirebilmesidir. Trablusgarp ve Balkan
savaşı sırasında aktif olarak orduda yer alması, esir düşmesi ve İstanbul’a
dönüşünde bir edebiyat çevresi içinde yer alışı ona zengin bir malzeme
sunmuştur. İşte böyle bir karakterde ve bu tip bir ortanda Ömer Seyfettin
kendini çok kolay ifade edebilmiştir. “Edebiyata şiirle başlayan Ömer Seyfettin’in
ilk şiiri 25 Ekim 1900’de yayımlanan Mecmua-i Edebiyye’de, F. Nezihi takma
adıyla çıkan “Terane-i Giryan”dır.
Ömer
Seyfettin ilk şiirlerinde Divan Edebiyatının etkisinde kalarak Aruz vezniyle
yazmışsa da sonraları hece vezniyle ve İstanbul Türkçesi ile yazmaya özen
göstermiştir. Bunun dışında şiirlerinde göze çarpan diğer bir özellik ilk
şiirlerinin konusu aşk iken bir zaman sonra tarihi ve sosyal konulara değinen
şiirler yazmasıdır.
Şiirleri
yanısıra hikayeleriyle de edebiyatımızda yerini alan Ömer Seyfettin’in hikayesi
13 Nisan 1902’de, Sabah gazetesinde çıkan “Tenezzüh”tür. 1911 yılında Yeni
Lisan akımına katılmadan önce İzmir’de hikaye ve şiirler yazmıştır.” İzmir onun
edebi ve fikri hayatının ilk şekillenmesini hazırlayan Baha Tevfik, Şahabettin
Süleyman ve Edirneli Türkçü Necib ile yakın dostluklar kurduğu, Fransızcasını
bir hayli ilerlettiği bir yerdir.” “İzmir’de yazı ve şiirlerinin yayınlandığı
gazeteler, Haftalık İzmir, Sedat ve Muktebes’tir.”
Ömer
Seyfettin Genç Kalemler Dergisinde yerini alması “Bahar ve Kelebekler” adlı
hikayesiyle olmuştur. Hikayede 97 yaşında bir nine ve 18 yaşındaki torununun
torunu ile olan konuşma anlatılmaktadır. Nine Fransızca roman okuyan genç kıza
kendi dönemindeki samimi, milli ve sosyal değerlere yabancılaşmamış hayat
tarzını tasvir eder ve genç kızın kendi manevi dünyasından nasıl uzaklaştığını
anlatır. Hikaye, zamanın alafranga kadınına bir eleştiri niteliği taşır.
Ömer
Seyfettin’in sonraki hikayesi Pamuk İpliği’dir. Bu hikayede bir Ermeni kızıyla
evlenmek isteyen Türk gencinin karşılıklı konuşmaları yer almaktadır. Ermeni
kızı burada Türk-İslam evlilik tarzını, boşanmayı ve poligamiyi kendi
inançlarıyla bağdaştıramaz. Ona göre böyle bir evlilik ancak Pamuk İpliğine
benzetilebilir.
Ömer
Seyfettin Turancıdır. O bütün
dünyada yaşayan Türklerin önce bulundukları bölgede kendi hâkimiyetlerini
kurmalarını, sonra bu günkü Avrupa Birliğine benzer bir sistemle “Turan
Birliği” adını verdiği tek bir bayrak altında toplanmasını, Osmanlı Sultanının
da İlhan unvanı ile bu birliğin başında bulunmasını arzu etmektedir.
Ömer Seyfettin,
Türk milletine, Türk çocuklarına tarihini, dilini sevdirmek, milli bilinci
oluşturmak için hikâyelerinin çoğunu tarihi kahramanlardan seçer. Bunlardan
bazıları Vire, Teke Tek, Topuz, Ferman, Kızılelma Neresi?, Forsa, Kütük, Primo
Türk Çocuğu Nasıl doğdu?, Primo Türk Çocuğu Nasıl Öldü, Bomba, Beyaz Lale, Tuhaf
Bir Zulüm gibi hikâyelerin konusu tarihî ve günlük olaylardan seçilen
kahramanlardır. Bu kitaplarda, Makedonya İhtilali, İtalya ve Balkan savaşları
sonucunda geride bıraktığımız vatan toprakları ve üzerinde yaşayan Müslüman
Türk halkına yapılan katliamlar, haksızlıklar, zulümler anlatılır.
Bu
hikayelerin yanısıra toplumun taassubunu ve İslamı yanlış yorumlamaktan
kaynaklanan olayları konu aldığı Büyücü, Türbe, Kurbağa Duası, Kesik Bıyık,
Eleğimsağma gibi hikayeleri de mevcuttur.
Meşrutiyet
dönemi fikir cereyanlarına paralel olarak gelişen Batılılaşma ve Batıcı aydın
tipi de Ömer Seyfettin’e konu olmaktan kendini kurtaramamıştır. Bu tipin en
başarılı örneği Efruz Bey’dir.
Hikayeleri
dışında makaleleri de Ömer Seyfettin’in iç dünyasını anlamaya yardımcı
öğelerdir. Genel olarak makalelerinin bir kısmı Yeni Lisan ve Türkçe’ye dair,
bir kısmı da milliyetçilik, Türkçülük ve kültürel konular etrafında
şekillenmiştir. Yeni Lisan’ın niteliklerini anlattığı ilk makalesi Genç
Kalemler’in birinci sayısında 11 Nisan 1911’de çıkar. “Makalede üç dilden
mürekkep ve halk arasında konuşulmayan dilin yerine İstanbul’da halkın
konuştuğu sade Türkçe’nin yazı dili olması anlatılmaktadır.”
Ömer
Seyfettin şiir, hikaye ve tiyatro dışında Fransızca’dan tercümeler yapmıştır.
Maupassant, Catulle Mendes ve Gorki çevirileri yanısıra İlyada ve Kalavela’yı
Türkçe’ye çevirmiştir.
Kimi yazılarında kendi ismini kullanmamış,
“Ayas, Ayın, Ayın Ha, Ayın Kef, Ayın Sin, Camsab, C. Nazmi, Ç. Kemal, Enver
Perviz, Feridun, F. Nezihi, M. Enver, M. Enver Perviz, Ö. Seyfettin, Ömer
Tarhan, Perviz, Sin, Süheyl Feridun, Şit, Tarhan ve Tekin” gibi rumuzlar kullanmıştır.
Yazılarının yayımlandığı başlıca dergiler ise, “Donanma, Düşünüyorum, Genç
Kalemler, Hüsnü Şi’r, Haftalık İzmir, İslam Mecmuası, İzmir, Kırım Mecmuası,
Mecmua-i Edebiye, Milli Talim ve Terbiye Mecmuası, Muallim, Nevsal-i Milli,
Serbest Fikir, Serbest İzmir Türk Sözü, Yeni Mecmua ve Yirminci Asırda
Zeka’dır” Yazı yazdığı gazeteler ise “Akşam, İfham, Tanin, Tercüman-ı Hakikat,
Turan, Vakit ve Zaman’dır”