Gazetede bir haber: “Korkutan rapor! Bunalan modern insanın
toplumsal sorunu; cinnet ve şiddet had safhaya ulaştı.” Haberin altında bir
uzman görüşü: “Toplumları bitiren en büyük etken cehalet, şiddet ve kin
insanoğlunun gözünü kör edip kalbini kararttı. Aile birliğinin zayıflaması,
geleneksel değerlerin yok olması, artan maddi taleplerini normal kanallardan
karşılayamayacaklarını düşünmeleri, milyonların içerisinde kendini yalnız
hisseden modern insanın kendini değersiz hissetmesi gibi etkenler sonucu
kendilerine, çevrelerindeki insanlara veya kamu düzenine zarar verme eğilimine
itti ve şiddete yönelen insan depresyona girdi…”
★
Hintli bilge Beydeba: Her yangını söndürmek mümkündür; Ateş
su ile zehir panzehir ile hüzün sabır ile söner. Fakat kin ateşi asla sönmez.
Dünyanın fikir mimarı, Friedrich Nietzsche: “Dünyada hiçbir
şey insanı kin besleme duygusu kadar yıpratmaz, çabucak eritip bitirmez. Hınçla
birkaç adım daha gittik mi bir mezarın içine varırız.
Doğunun ışığı Buddha: “Zayıflıktan doğan hıncın zararı,
zayıfın kendine dokunur en çok.”
Karagül Tv. Dizisi
Kadriye ana sözü: “Her kurşun iki kişiyi vurur. Biri mezara biri mahpushaneye.
Elinde ve belinde silahı olanın şeytanı masumdur.”
Ve öfkeyle kalkan zararla oturur diyordu bir atasözümüz. Ve
birkaç saniyelik hırsla kapanan ocaklar.
Ne zaman gazetede bir şiddet haberi okusam Pehlivan
Mehmet’in hikâyesini hatırlar, hüzünlenirim.
★
Ceza Mahkemesi Salonu, seslendi mübaşir, açıldı celse.
— Sanık ayağa kalk.
— Adın ne?
— Memet hâkim bey, Pehlivan Memet derler köyde bana.
— Evladım Mehmet neden öldürdün komşunu?
— Şeytana uydum hâkim bey, bir an kendimi tutamadım.
— Peki, pişman mısın?
— Pişmanım hâkim bey.
— Evladım Mehmet söyle bakalım nasıl oldu bu iş?
— Anlatayım hâkim bey. Ben kendi halinde, işinde gücünde,
ekmeğiyle uğraşan bir adamdım.
İşte o komşumun danası bostanıma girmişti, bu yüzden uzun
süredir aramızda husumet oluştu.
Yıllarca birbirimizden hiç haz etmedik. Ben her defasında
gördüğümde yolumu değiştirirdim.
Belaya bulaşmayayım diye devamlı sabrettim. Gene bir gün
sabahın seher vaktinde sırtımı
duvarın duldasına verdim güneşleniyordum. Aha bu komşum
önümden bir geçti, iki geçti,
döndü bir daha geçti, bana kerç etti. Kan beynime sıçradı,
dayanamadım çektim vurdum.
— Önünden geçti diye mi vurdun?
— He hâkim bey, üç kere geçti, amma kercine geçti.
— Peki, neyle öldürdün?
— Tabancayla
— Kaç kere sıktın?
— Bir şarjörün tamamını boşalttım.
— Evladım Mehmet, sen kanun musun?
— Hayır, efendim.
— Peki, kanuna niye gitmedin?
— Bilemedim hâkim bey, o anda düşünemedim. Çok pişmanım.
— Evli misin?
— Evliyim.
— Çocukların var mı?
— Eşim ve iki küçük kızım var ellerinden öper.
— Bağ-Kurun, sigortan, ailenin geçimini sağlayacak bir
gelirin var mı?
— Yok, hâkim bey, bir inek, iki keçi, birkaç tavuk…
— Yaz kızım Melahat, silahla kasten adam öldürmekten
müebbetten hapsine!..
Salon döndü, kürsü döndü, dünya döndü, karardı gözleri
Pehlivan Memet’in!..
★
Keskin Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, açıldı demir kapılar, indi
kilit sesleri.
Sorgusuz sualsiz “Allah kurtarsın” sesleriyle girdi koğuşa
dağ gibi bir adam.
Günlerce konuşmadı Memet. Geceler sanki bir yıl, gündüzler
asır. Ne yana baksa kirli dört duvar.
Bir tek gardiyandan sorar, gizli gizli.
— Bi gelen yok mu, arayan, soran yok mu?
Aylarca sordu. Ümitle sordu. Yine sordu. Usanmadı bir daha
sordu.
Ne gelen var ne giden var, ne halini soran var.
Bir yazdı, iki yazdı, üç yazdı köyüne, hiç birine cevap
alamadı mektuplarının.
Tam bir yıl sonra; eşi, çocuklarıyla köyü terk ettiği,
akıbetinin bilinemediği haberini aldı.
Demir ranza, mitil yorgan, kirli tavan, volta atan
mahkûmlar, gitti geldi, gitti geldi...
Adım adım, tam on dört adımdı Memet’in dünyası. Deli danalar
gibi bir o yana bir bu yana.
Nazlı eşi, masum kızları, köyü, dam evi, mor sümbüllü bağlar,
kekik kokulu dağlar, ada tavşanı,
telli turna, kınalı keklik, kutsal pınar, ilahi ışık
güneş... Hepsi bir an gelip geçti gözleri önünden.
Özü kurumuş kupkuru bir ağaç gibi kalakalmıştı tek başına.
Konuşmadan aylarca bakıp okudu duvardaki bir şiiri* Pehlivan Mehmet. Hep baktı
hep okudu.
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğrunda ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim.
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş.
Karanfil kokuyor cigaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...
★
Okudu düşündü, okudu baktı Mehmet, derin düşündü, sustu, hep
düşündü, eridi, tükendi.
Sabahın alaca şafağında, çarşaftan ipte tuvalette asılı
bulundu Pehlivan Mehmet.
--------------------------------
*Şiir: Ahmet Arif