Eski Yargıtay
Başkanı İsmail Rüştü Cirit 3 Eylül 2018 tarihindeki adli yıl açılış
konuşmasında “Osmanlı’nın yıkılmasının en büyük sebeplerinden birisi liyakat
sisteminin bozulmasıdır. Liyakat sistemi işlemeyince adama göre iş, rüşvet ve
iltimaslar artmıştır. Memurlar yetkilerini kötüye kullanarak halka zulmetme
noktasına kadar gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseliş ve gerileme
dönemindeki gelişmelerden ve liyakate ilişkin tespitlerden gerekli derslerini
çıkarılarak kamu yönetiminde liyakat ilkesinin tavizsiz şekilde uygulanması
devletin geleceği açısından son derece büyük öneme sahiptir. Ehliyet ve liyakate
dikkat edildiğinde 21’inci yüzyıl Türk yüzyılı, uyulmadığında ise bir felaket
olacaktır” dedi.
★
Osmanlı
İmparatorluğunun 623 yıllık tarihinde en başarılı olduğu dönemler din, dil, ırk
ayrımı yapılmadan işlerin ehline verildiği dönemlerdir. Osmanlı’da, Sadrazamlık
(Başbakan) görevi yapmış 218 Sadrazamın 101’i Türk kökenli, 117’si farklı etnik
kökenlere aitti. Çok büyük yetkilere sahip Osmanlı Padişahları resmi makamları
eş-dost-hısım-akraba yerine işin ehli olan Abaza, Arap, Arnavut, Boşnak,
Bulgar, Çeçen, Çerkez, Gürcü, İtalyan, Rus, Rum, Ermeni kökenli insanları göreve getirmiştir. Pargalı İbrahim, Barbaros
Hayrettin Paşa, Ermeni Süleyman Paşa bunlardan bazılarıdır. Osmanlı dâhil tüm
büyük devletler ve imparatorluklar güçlü dönemlerindeki yönetim anlayışı
liyakate dayalıydı. Yıkılışları ise liyakatsizliğe.
★
Kamu ve Özel
kuruluşların yönetiminde ve toplumun çoğunluğunda liyakatin esas alındığı bir sistemde
her birey bulunduğu görevde ve pozisyonda başarılı olur bunun sonunda toplumsal
başarı, adalete güven artar, hak ve eşitlik, hukukun üstünlüğü egemen olup,
devlet mekanizmasının sistemi aksaksız çalışır.
★
İslam Sosyoloğu İbni
Haldun “Liyakatin dikkate alınmaması bir toplumun çöküş alametleridir” derken,
Nisa suresi 56. ayeti “Emanetleri mutlaka ehline veriniz.” diye buyuruyor.
İslam Peygamberi, “kıyamet ne zaman kopacak?” sorusu üzerine ise “İşin ehli
olmayana verildiği zaman kıyameti bekle” diyerek bizleri 1400 yıl önce
uyarmıştır.
★
Eski
bir Türk öyküsüdür. Görkemli bir padişah ve üst makama atanmak isteyen İzzet
adında tecrübesiz bir Lala varmış. Ancak Padişah üst makamlara atanmasında
yeterli deneyim, tecrübesi, ehliyet ve liyakate layık olmadığını düşündüğünden
kendisini her vesilede bunaltan, her hali ve davranışıyla isteğinde ısrar eden
Laladan kurtulmak ve kendisinin de üst makamlara atanmasında tecrübesiz
olduğunu kanıtlamak için onu bir sınava tabi tutar.
— Düş peşime,
gidiyoruz Lala, eğer sorduklarımı bilirsen seni o makama getireceğim, ama
bilemezsen sonunu sen düşün diyerek görevlileriyle birlikte bir dere kenarına
gelirler. Kış ortası, dere kenarında ırmak suyunda deri temizleyen aksakallı
bir ihtiyara Padişah seslenir:
— Selamın Aleyküm ey
piri fani!
— Aleyküm Selam, Ulu
Padişahım.
— Altılarda kalkmadın mı?
— Kalktım, kalktım
ancak altıya altı katmadan otuz ikiye yetiştiremedim.
— Geceleri yatmadın
mı?
— Yattım, yattım gel
velakin hepsi de ellere yaradı.
— Bir kaz göndersem
yolar mısın?
— Hem de
ciyaklatmadan.
— Söyle bakalım lala
ben ne söyledim, ihtiyar ne cevap verdi.
Söylenenler
karşısında şaşıp kalınca;
— Defol gözümün
önünden, diyerek Padişah, Lalayı kovar.
Tecrübesizliğinin
kurbanı olup Padişaha hak veren Lala konuyu öğrenmek ister. Düşünüp, bunu bilse
bilse dede bilir diye hızla koşarak dere kenarına gelir.
— Aman dedem canım
dedem, nedir bu işin sırrı. Ulu Padişahım diyerek nasıl bildin padişah
olduğunu.
— Olmaz, her şeyin
bir bedeli var evlat, hele bir kese altın at kuşak altından.
— Aman derviş dedem,
bir söze bir kese altın, olacak iş mi?
— İşine geliyorsa,
işim var benim, git işine, oyalama beni.
— Tamam, tamam al
öyleyse! Kuşağının altından çıkarır verir bir kese altın.
— Efendi bak, benim
mesleğim deri temizlemek, üzerindeki Samur Kürkü padişahtan başkası giyemez.
— Ha, anladım! Peki,
altılarda kalkmadın mı ne demek?
— Olmaz, hele at
oradan bir kese altın daha.
— Aman dedem, etme
dedem, bu kadar da olmaz ki!
— Eh sen bilirsin, o
zaman, var git oyalama beni, daha çok işim var.
— Peki, kızma tamam,
al bir kese daha.
— Padişah, bana dedi
ki “altı ay yaz-baharda kalkıp çalıştığın yetmedi mi, nedir kış günü bu perişanlığın“
Bende dedim ki;
“Nüfusum fazla, altı ay yaz, altı ay kış çalışmadan yetiremedim otuz iki dişli
boğazlara.”
— Ha, anladım! Peki,
“Geceleri hiç yatmadın mı ne demek?”
— At kuşaktan bir
kese altın daha.
— Etme be demem,
insaf yani. Bu kadarı da fazla.
— İşine geliyorsa,
hadi bana eyvallah.
— Tamam, tamam dur
gitme dedem, al bir kese daha.
— Bana dedi ki “Eşinle geceleri yatmadın mı, çoluğun
çocuğun olmadı mı, bu yaşta hala çalışıyorsun.” Bende ona dedim ki “Yattım
yattım gel velakin hepsi kız oldu, ellere
yaradı.”
— Ha, vay be! Şu iş!
Dedem peki “Bir kaz göndersem yolar mısın demek ne demek?”
— O mu, bu kez
senden, altın istemiyorum var git, düşün onu da sen öğren.
….
Aradan geçti on yıla
yakın bir süre.
— Hünkârım uzaklarda
bir hatip türemiş, dillere destan. Her gün yüzlerce kişi ziyaretine gidiyormuş.
— Deme Paşa, kimmiş
bu hatip.
— Valla Hünkârım,
çok ünlü, hatta çok meşhur diyorlar. Bir defa hutbesini dinleyen bir daha
bırakamıyormuş. Bir merak sardı padişahı.
— Eh gidelim bir
görelim şu hatibi.
Yüzlerce kalabalığın
önünde ateşli, ateşli konuşan beyaz sakallı bir hatip. Sorgusuz, sualsiz, kuzu
gibi dinleyen halkın karşısında esiyor, gürlüyor.
Padişah bakar,
yanındaki Paşaya — Yahu bu bizim İzzet.
Hutbe biter, padişah
sorar. — İzzet bu nasıl oldu?
— Sorma Hünkarım,
Padişahımın hiddeti, hatip etti İzzeti!..
★
Fransız düşünür
Condorcet: “Filozofların aydınlatmadığı toplumu şarlatanlar aldatır!..”