Parklarda, soğuk havada bile oturan yaşlı dedeleri görmüşsünüzdür. Peki neden orada oturduklarını biliyor musunuz? Birçoğunun eşi vefat etmiş, yalnız kalmışlardır. Artık kendi başlarına yemek yapacak, çay demleyecek durumda değillerdir. Gelinlerinin ya da damatlarının yanına sığınmışlardır. Bedensel ve ruhsal olarak gerilemeye başlamış, uzuvları eskisi gibi çalışmaz hale gelmiştir. Çaresiz, dermansız ve mahzundurlar.
Yürekleri yumuşamış, gözyaşı hep gözlerinin kenarındadır. Gurbetten geleni görseler, o yaşı hemen akıtırlar. Yemeğini üzerine döker, takma dişi ağzından çıkar, dişi gıcırdar. Damadın, gelinin, oğlunun, kızının, torunların küçük bir sözü bile onları incitir. Üzülür, gözleri dolar, yutkunur ve acısını içine atar. Sofradan sessizce çekilirler. "Baba niye kalktın, doymadın ki?" der kızı ya da oğlu. "Doydum yavrum, doydum, siz devam edin," derler ama yürekleri hüzünle doludur.
Allah'a yakarır, "Allah'ım beni niye görmüyorsun, benim de canımı al!" derler. Canının alınmasını istemek, duaların en son noktasıdır.
Ve o dede, usulca kendini dışarı atmanın hesabını yapar. "Yavrum, ezan vakti geliyor, ben yavaş yavaş dışarı çıkayım," der ve çıkar. O dışarı çıkış, yanan yüreğine soğuk su gibi gelir. Alipaşa Cami avlusuna, yeraltı çarşısına veya Taşhan üstü parka gider, oturur. Tanımasa da selam verip, diğer yaşlının yanına oturur. Gündüzleri cami, onların sığınacağı, ısınacağı yerdir.
Emeklilik maaşı olanlar, biraz daha iyidir. Gelinlerinin, damatlarının ihtiyacı varsa, maaş hatırına ilgilenirler yine. Ama yoksa, yeryüzünün en sevimsizi, en istenmeyeni olurlar.
Gençler! Varacağımız yer, İhtiyarlık Durağı. Parkta oturan yaşlıya, otobüsteki yaşlıya yer verin! Eleştirmeyin! O yaşlara geldiğimizde biz de sınanacağız. Tanıdığınız yaşlı varsa, bir selam verin, sohbet edin, durumuna göre bir çay, bir çorba ikram edin. Saygı, sevgiyle ve kırmadan...