Kırıkkale 19°
Kale Haber

Adil YILDIRIM

ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ Eğitim, insanın yaratılışı ile başlar ve ölünceye kadar da devam eder. İnsanı yaratan; ilk terbiye eden yüce Allah’tır. Sonraları bu kutsal görevi; Peygamberler, anne-babalar ve öğretmenler sürdürmüşlerdir. Buradan da anlaşılacağı üzere, öğretmenlik mesleği bir bakıma, Peygamberlik mesleğidir.             Ülkemizde olduğu gibi bütün dünyada da öğretmenler, toplumun en vazgeçilmez ve en saygıdeğer unsurlarıdır. Son yıllardaki bir takım olumsuzluklar, bu hakikati asla değiştirmez. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk; “Dünyanın her tarafında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır” derken bu gerçeği dile getirmiştir.             Öğretmenlerin öteden beri, gerek fert, gerekse toplum hayatında apayrı bir yeri vardır. Öğretmen, hemen her toplumda eli öpülesi insandır. Bizim inancımızda da öğretmenin yeri tartışılmazdır. Hz. Ali “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” derken, bir bakıma da  yüce dinimizin öğretene, yani öğretmene vermiş olduğu önemi vurgulamıştır.              Bizim dinimizde Cenab-ı Allah’ın ilk emri “oku”dur. Yine bizim inancımızda “bilenle-bilmeyenin bir olamayacağı” ve “âlimin uykusunun cahilin ibadetinden daha hayırlı” olacağı vurgulanırken, okumanın ve öğrenmenin önemine dikkat çekilmiştir.             Kıymetli okurlar!..Yukarıda ifade edilmeye çalışılan örnekleri, aslında çoğaltmamız mümkün! Biz sözü daha fazla uzatmadan, günümüz dünyasında hedeflenen “ideal öğretmen”de olması gereken bir takım özellikleri, aşağıda sizlerle paylaşmak istiyoruz.               İDEAL ÖĞRETMENDE OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER:   - Öncelikle insanları ve mesleğini sevmeli. - Ruh ve beden sağlığı yerinde, kendine güvenen, ikna yeteneği yüksek ve bilgili olmalı. - Düzenli bir hayat sürmeli, giyim-kuşamına dikkat etmeli, güzel giyinmeli.    - Öğretim tekniklerini yerinde uygulamalı. - Kelime dağarcığı zengin, kültürlü ve konuştuğu diline hakim olmalı. - Sınıfta zaman zaman beden dilini kullanmalı. - Bey ise beyefendi, hanım ise hanımefendi gibi hareket etmeli. - Yurt ve dünyadaki gelişmeleri takip ederek, sürekli kendini yenilemeli. - Diyaloga açık olmalı. - Zaman zaman empati yapabilmeli. - Sabırlı, içten, sevecen ve iyimser olmalı. - Sorumluluğunun bilincinde ve tutarlı olmalı.     Sevgili okurlar!.. Tabi ki biz yukarıda ideal öğretmende olması gereken bir takım özelliklerin sadece bir kısmını sıraladık! Günümüz öğretmenlerinin içerisine düşmüş/düşürülmüş oldukları bir takım problemleri dile getirmedik. Sevgili öğretmenlerimizin maddî ve manevî bir takım meselelerine hiç değinmedik! Son yıllarda yazılı ve görsel basındaki “öğretmenleri itibarsızlaştırma” gayretlerine de hiç dokunmadık!..             Aziz okurlar!.. Günümüz dünyasında teknolojinin baş döndürücü hızını inkâr etmek elbette mümkün değil! Öğretmensiz, sınıf ortamından uzak, dijital ortamda kazanılan bilginin, alınan eğitimin de öğretmenin yerini tutmadığı, herkes tarafından bilinen bir gerçek. Öğretmenlerimize güvenelim. Onları sevelim. Unutmayalım, geleceğimizin vazgeçilmez mimarları  öğretmenlerimizdir.             Bu duygularla, ömrünün büyük çoğunluğunu öğretmenlik ve idarecilikle geçirmiş bir şahıs olarak, bütün meslektaşlarımızın “Öğretmenler Günü”nü kutluyor; sağlık, mutluluk ve görevlerinde de üstün başarılar diliyorum...  ...
Adil YILDIRIM
871
UNUTKAN(MI) OLDUK! Unutkan bir millet olduk vesselâm! Bin yıllarımız, yüz yıllarımız tarih oldu artık! Senelerimiz ise, çook uzaklarda kaldı!. Aylarımız; yıllara, haftalarımız ise aylara karıştı zaten! Yıllara ve aylara da bir diyeceğimiz kalmadı dostlar! Velhâsıl bizler; daha yaşadığımız dünkü günümüzü unuttuk! Dünümüz; anlı-şanlı idi, her an. Dün; mazide kaldı hayal- meyal, günümüz ise, kendi varlığı ile perişan!.. *** Unutmak; insanî bir özellik! Kişinin nefes aldığı süre içerisinde yaşadığı her olayı hatırlaması...  Akıllara zarar! Doğru değil, sağlıklı da değil. Unutmak; bazen insan sağlığı açısından da gerekli! “Unutkan” olmak ise çok farklı bir şey. “Unutmak” insanî bir özellik iken, “unutkanlık” tedaviye muhtaç –müzmin- bir hastalık hâli! “Unutmak”ta sonradan hatırlama ihtimali yüksek! Sevdiklerinize ve dostlarınıza verdiğiniz sözü unutabilirsiniz. Sonra hatırlarsınız, biraz yüzünüz kızarır, özür dilersiniz. Muhatabınız sizin samimiyet derecenizi de dikkate alarak, (unutmak; unutkanlığa dönüşmediği sürece) sizi büyük ihtimalle affeder! Yani, “affedilme” kapısı her an açık! Sizi unutan dostunuzun samimiyetine de inanarak; “insanlık hâli” der, karşılıklı güler, geçersiniz bile... Bir ölçüde “unutkanlık”; “unutma”nın süreklilik kazanmış hâlidir... Hatırlama melekesinin dumura uğraması!  Hafızanın silinmesi... Kişi ya da toplumlarda “dün”, “bu gün” ve “yarın” gibi kavramların yok olması hâli! Zaman kavramının “hiç”liği!.. “Günü (gün) etme”; “gün”ü (gün) olarak yaşama biçimi!.. “Dün” yok, “yarın” yok! Zaman; hep aynı zaman!.. “Unutkan”da “sorumluluk” bilinci yoktur! Kimselere vereceği hesabı da... “Fikir” ve “inanç” gibi “kutsal” kavramlardan da bîhaberdir! Bütün fikirler ve bütün inançlar da onun içindir zaten! “Kişilik”, “haysiyet”, “şeref” gibi erdemler, O’nun lügatinden silinmiş; boş ve manasız kavramlardır! Artık O, oraları çoktan aşmıştır! Kendince O; “her şey”dir! Ama aslına bakarsanız O, “hiçbir şey”dir!.. Sözün kısası; kişinin “unutkan” olması kişiye zarar verir! Sadece o kişiyi bağlar. Ama milletin top yekûn “unutkan” olması, o milletin mahvına sebep olur!.. *** Sevgili Dostlar! Cenab-ı Allah’ın rahmetinin, bereketinin ve mağfiretinin sağanak sağanak yağdığı bu mübarek ayda, bağışlaması bol olan yüce Rabbimizin aslını unutan bizleri affetmesi ve Rahman ve Rahim olan yüce Mevlâ’mızın hepimizi ve milletimizi, “unutkanlık” hastalığına düşmekten de ırak tutması duası ile... Ramazanınız Mübarek olsun!.. Adil Yıldırım...
Adil YILDIRIM
692
BİR ŞAİR ÖLDÜ DİYELER! Aylardan Haziran! Haziranın 7’si... Yıl; 2012... Günlerden Perşembe!.. Not düşüldü Türk’ün tarihine!.. Abdurrahim Karakoç öldü diye!.. Son dönem Türk Şiirinin ve hece vezninin en büyük ustası... Yaşayan Türkçe’mizin en gür sesi ve temsilcisi... Sözleri ve düşünceleri ile milyonları etkileyen şair ve fikir adamı... “Meylim ne şöhrete, ne saltanata; Hâk için sarıldım ben bu sanata...” derken, bir ölçüde hayata bakış açısını ve temel felsefesini de özetlemiş oluyor üstat!.. “Albayraktır anayurdun gelini, Bu canı Türklüğe adadım anne. Oniki yaşında ettim yemini, Bu canı Türklüğe adadım anne!..” derken, henüz çocuk denecek yaşta olmasına rağmen, bu yüce duygularla yoğrulan ve bütün ömrünü de kutlu davasına adayan, gerçek bir “DAVA ADAMI” idi!..   “Ellerin yurdunda çiçek açarken Bizim ile kar geliyor gardaşım. Bu hududu kimler çizmiş gönlüme Dar geliyor, dar geliyor gardaşım...” diyerek, o koskoca Türk dünyasının birbirinden ayrı kalmasına gönlü razı olmayan ve yüreği her daim “Türklük aşkı” ile çarpan yiğit bir “ALPEREN”idi!.. “Ne diyorsa İslâm dini, Uyacağız suç olsa da. Gerçeği örten kefeni Soyacağız suç olsa da...” .... “Kör dünyanın göbeğine Hâk yol İslâm, yazacağız Kuşların gözbebeğine Hâk yol İslâm yazacağız...” diye haykıran, gerçek bir “ TÜRK-İSLÂM MÜCAHİDİ”idi!.. ... “Biz dava uğruna serden geçmişiz; Anadan, babadan, yârdan geçmişiz; İman denizine yelken açmışız; İslâmlık sevdadır, Ülkü sancaktır. Bu mübarek yoldan dönen alçaktır...” diye var gücü ile dünyaya haykıran, samimi bir “ ÜLKÜCÜ ” idi!.. Ve... O, emsalsiz bir “ AŞK ŞAİRİ” idi yürekleri titreten: “Sarı saçlarına deli gönlümü Bağlamışlar, çözülmüyor, Mihriban. Ayrılıktan zor belleme ölümü, Görmeyince sezilmiyor Mihriban. Yar deyince kalem elden düşüyor; Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor. Lambamda titreyen alev üşüyor...   Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban. Tabiplerde ilaç yoktur yarama Aşk deyince ötesini arama. Her nesnenin bir bitimi var ama, Aşka hudut çizilmiyor Mihriban...” Allah (c.c.) rahmet eylesin!.. Mekânın cennet, ruhun şad olsun!.....
Adil YILDIRIM
271
BİR SINAVIN ARDINDAN!.. 1 Nisan’da yapılan Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) sonuçları geçen günlerde açıklandı!.. Yazılı ve görsel basından öğrendiğimize göre; bu yıl sınava 1 milyon 895 bin 476 aday başvurmuş ve bu adaylardan 57 bin 742’si sınava hiç girmemiş!.. ÖSYM tarafından açıklanan ve bizlerin de kara kara düşünmesine sebep olan olay ise, bu sınav sonucunda 50 bin 805 adayın 0 puan alması!.. Geçen yıl bu sayı 38 bin 269, 2010 yılında ise, 14 bin 156 imiş!.. Sizin anlayacağınız; her geçen yıl, bir önceki yıla göre, daha da berbat!.. Sonuç ise, son derece düşündürücü!.. Sevgili Okurlar!.. Eğitimdeki başarının en büyük göstergesi, hiç şüphesiz istatiksel değerlerdir. Bunun ülke genelindeki en gerçekçi ölçümü de ÖSYM tarafından yapılan sınavlardır. Gerek il bazında, gerekse kişi bazında, öğrenci başarısının test edilmesi olarak da ifade edilen bu tür sınavlardaki sayısal değerler; aynı zamanda o ülkenin “eğitim kalitesi”nin de “objektif” olarak bir göstergesidir!..   Dolayısıyla ilimiz, geçen sene göstermiş olduğu başarısını, bu yıl maalesef pek de yakalayamamıştır! Ülke genelinde ki durum ise, malûm!.. Daha açık ve gerçekçi bir ifade ile, Türkiye’deki mevcut eğitim politikası, bu sonuçlara bakılacak olursa, tek kelime ile iflas etmiştir! Gençlik; bu imtihan sonucunda sınıfta kalmıştır! Buradan hareketle, ülke yönetiminde söz sahibi konumunda olan hükümet ile ilgili bakanlığın, olayın muhatabı olarak, bu başarısızlığın sebeplerini “ivedilikle” derhal masaya yatırması gerekmektedir! Muhalefet partilerinin, YÖK’ün, sendikaların ve ilgili Sivil Toplum Kuruluşları ile bu konuda söz sahibi olan entelektüel birikimi olan kesimin görüşleri de alınarak, çağın ve Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir “Milli Eğitim Politikası” tespit edilmelidir. Kıymetli Okurlar!.. Ülkemizin bir başka kanayan yarası da meslek liselilerinin şu anki içler acısı durumudur! 2012 YGS sonuçlarına göre, genel liselere oranla, meslek liselerinin başarı yüzdesi, maalesef en alt seviyelerde kalmıştır! Bunun elbette birçok sebebi var. Bu sebeplerin tamamını burada ifade etmek pek tabiî ki mümkün değil. Özetle burada bir kaçını sıralayacak olursak; Geçmişte meslek liselilere, haksız olarak uygulanan katsayı engelinin kaldırılmış olması, son derece yerinde bir karar olmuştur. Ancak, bu bile ortadaki eşitsizliği gidermeye yeterli olmamıştır. Genel liselerde okuyan öğrencilerle, meslek liselerinde okuyan öğrencilerin, almış oldukları kültür derslerinin ders saati toplamları arasında ki fark ise, son derece ürkütücüdür! Bu sebeple de, okul türleri arasındaki farklılık göz önüne alınmalı ve meslek liseliler kendi müfredatlarına uygun konulardan ÖSYM’ce –ayrıca- sınava tâbi tutulmalıdır.   Aksi takdirde, mevcut sınav sistemine göre, Fen Liseleri, Anadolu Liseleri ve Özel Liselerle aynı kategoride yer alan meslek liseliler; aynı pistte yarışa sokulan Murat 131 ile Ferrari’nin durumuna düşmekten, böyle giderse hiçbir zaman kurtulamayacaklardır! Aziz Okurlar!.. Gençlik, bizim geleceğimizdir! Yarının Türkiye’sidir!.. Milletimizin ve devletimizin en büyük teminatıdır! İyi bir eğitim almış, millî ve manevi değerlerle yoğrulmuş ve çağdaş bilgilerle donanmış bir gençlik, bizlerin en büyük idealidir! Günümüzdeki gençliğimizin, başı boş; hedefsiz, ilkesiz, idealsiz ve nemelazımcı yetişmesinin tek sorumlusu, elbette sadece iş başındaki hükümetler ve ilgili bakanlık olmasa gerektir! Aileden başlayarak; yetişmiş olduğu çevresini, toplumu, basın-yayın kuruluşları ile öğretmenlerini de bu sorumluluk/sorumsuzluk kervanına katmamız şarttır!.. Şu saatten sonra, suçlu aramaya gerek yok! Gençlik elden gidiyor! Bindiğimiz gemi su alıyor artık!.. Gemi su alırken, suçlu aranmaz beyler!.....
Adil YILDIRIM
151
FETİH 1453’Ü SEYREDERKEN Haftalar, hatta aylar öncesinden “milletçe” heyecanla beklediğimiz “o an” işte gelmişti! Yazılı ve görsel basından öğrendiğimize göre; Türk Sinema Tarihinin en pahalı ve iddialı filmi idi “Fetih 1453...” 16 Şubat 2012 Perşembe günü, saat 14:53’te bütün Türkiye’de ve daha dünyanın bir çok ülkesinde aynı anda gösterime girdi. Gösterime girdiği ilk günlerde, daha önceleri çekilen bir çok iddialı, Türk yapımı filmlerin rekorlarını da alt üst etmişti doğrusu! *** Bizim nesil; Cüneyt (Arkın)’ın tarihi filmlerine aşinadır hep!.. Çocukluğumuzda Malkoçoğlu, Battal Gazi, Köroğlu v.b. gibi filmleri, bıkmadan, usanmadan defalarca seyretmişliğimiz olmuştur! Türk’ün yiğitliğini, kahramanlığını ve imanının gücünü, biz o filmlerde gördük, tanıdık! Osmanlı’nın adalet anlayışı ve hoş görüşünü de o çocuksu gönlümüze, hep bu filmlerle kazıdık!.. Bazen “Estergon”da, bazen “Viyana” önlerinde, zaman zaman da “Kosova”da Malkaçoğlu ile birlikte at sürüp;mehterin coşkusuyla, “Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle!..” Düşman üzerine atıldık “şimşek gibi” “yedi koldan!” ... “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik!/ Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!..” Çocuksu dünyamızda, vatan-millet sevgisi ve tarih şuuru bu filmlerle şekillendi gönlümüzde yıllarca!.. Bizim Allah’a olan inancımız, Peygambere olan sevgimiz ve Türklüğe olan muhabbetimiz, iş de böyle başladı!.. *** Film; daha gösterime girmeden ülke gündemine oturmuştu zaten!  Haftalar öncesinden gazete ve dergilerde bol bol reklamı yapılmış, zaman zaman da tv kanallarında filmin can alıcı sahnelerinin “fragmanları” yayınlanmıştı... Şimdiye kadar Türkiye’de çekimi yapılan, “en iddialı yerli yapım” olma unvanını da doğrusu hak etmişti. Fetih 1453, sahne ve görsellik açısından tek kelime ile mükemmel! Amerikan filmlerini aratmayacak tarzda sahnelerle dolu. Türk sinema tarihinde batı normlarında bir tarihi film olması açısından da takdire değer... Ancak; Sultan Mehmet, filmde pek sönük kalmış... Daha heybetli olabilirdi. Rol ve cüsse olarak ta Ulubatlı’nın sanki gölgesinde kaldı! Bizim bildiğimiz ( Tarih kitaplarında görülen ve kendi döneminde çizilen) resimlere hiç mi hiç benzemiyordu! Filmin değişik karelerinde Bizanslılar tarafından iki de bir ifade edilen, “Dinsiz Türkler” sözü de çok manidardı!..  Olacak şey değildi!.. Padişah eşinin dekolte bir kıyafetle ortalıkta dolaşması!?.. Divanda, Padişahın huzurunda; vezirlerin adaba uygun olmayacak tarzda, el kol hareketleri ile yüksek sesle bir birleri ile tartışması... Meşhur “Şahi” topunun döküm ustasının sadece Macar Urban’mış gibi takdimi. (Sarıca Paşa ile Mimar Muslihüddin’de görev almıştır.) Fethin manevi temsilcisi olan Akşemsettin Hazretleri’nin filmin sonlarında ortaya çıkması ve oldukça şişmanca; peltek konuşan, uhrevi havadan uzak, silik bir şahsiyet olarak görüntüsü... Ulubatlı’nın burçlara diktiği bayrak; şimdiye kadar fetihle ilgili çizilen temsilî resimlerdeki ve çevrilen filmlerdeki gibi “üç hilâl”li değildi! Pala bıyıklı askerler, hangi sefere çıkmışlardı acaba?! Ortalıkta hiç yoktu?! Fatih, şehre sadece kendisi at sırtında, diğer vezirler ve devlet erkânı ise yaya olarak girmişlerdi! Fethin “olmazsa olmaz”ı olan, o muhteşem “mehter” niçin yoktu?!.. Bütün bunlara rağmen, bu zamana kadar çekilen “en göz doldurucu tarihi bir film” olması açısından, seyredilmeye değer bir film: “Fetih 1453...” Bundan sonrası; Dede Korkut, Malazgirt, Köroğlu, Battalgazi, Malkoçoğlu, Mevlânâ, Yunus Emre, Çanakkale, Kurtuluş Savaşı... v.b. filmlerinin de çekilmesi temennisi ile... İyi seyirler!.....
Adil YILDIRIM
493
ERMENİLER VE HOCALI (AZERİ) SOYKIRIMI Tam da böylesi soğuk bir kış günü idi!.. Aylardan Şubat!.. Şubat’ın 25’ini 26’sına bağlayan gece!.. Yıl; 1992... Yani, bundan tam 20 yıl öncesi... Rus destekli Ermeni güçleri, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasına, 25 Şubat gecesi ansızın saldırdılar! Gece yarısı neye uğradıklarını anlamayan masum, silahsız insanlar; o soğuk kış gecesinde, canlarını kurtarmak için, can havli ile kasabadan sağa-sola kaçışmaya başladılar. Fakat, Ermeniler bütün giriş ve çıkışları tutmuşlardı. Kaçamadılar!.. Silahsız sivil Azeri Türkleri; çoluk- çocuk, kadın-erkek, yaşlı-genç demeden, acımasızca Ermeniler tarafından topluca katledildiler! Gözü dönmüş Ermeniler, Hocalı’yı top yekûn ateşe verdiler; yaktılar, yıktılar!.. Resmi verilere göre, katledilen Türklerin sayısı 613’tü! Katledilenlerin; 83’ü çocuk, 106’sı bayan, 70’i de yaşlı kişilerdi!.. Birçoğu da yakılarak öldürülmüştü! Ermeniler tarafından 1275 kişi de esir alınmış ve insanlık dışı olmadık işkencelere tâbi tutulmuştu! Bunlardan 800’ü daha sonraları serbest bırakılmış, geriye kalan yaklaşık 500 kişinin akıbeti ise, aradan onlarca yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlâ meçhul! Bu katliamdan; 76’sı çocuk olmak üzere, 487 kişi ağır yaralı olarak kurtulmuştu.  26 çocuk tamamen annesiz-babasız; 130 çocuk ise, öksüz kalmıştır. 8 aile de tümden yok edilmiştir. Katledilen Azeri Türklerinin büyük çoğunluğu, insanlık tarihinin kaydetmediği, akla hayale gelmeyen işkence metotları ile öldürülmüştü. Bir çoğunun cesetleri tanınmayacak halde idi. Gözleri oyulanlar, kafataslarının derileri yüzülenler, vücutlarının farklı organları kesilenler!... Başları kesilenler; yerlerde yatan başsız gövdeler, gövdesiz başlar!.. Diri diri toprağa gömülenler, şehit edilip yakılan cesetler!.. Karınları yırtılarak öldürülen hamile kadınlar!.. Sevgili Okurlar! Yukarıdaki satırları okurken bir çoğunuzun yürekleri titremiştir, biliyorum!.. Yukarıdaki bilgilere ilâve olarak, tarihin kaydettiği ve burada yazılması gereken, maalesef daha çok sayısız insanlık dışı sahneler de var ne yazık ki!.. Lâkin, bunları burada ne yazmaya, ne de okumaya yürek dayanmaz!.. Kıymetli Okurlar! Bilindiği gibi, biz Türkiye Türklerinin gönlünde dost ve kardeş Azerbaycan’ın apayrı bir yeri vardır. Türkiye Türkleri ile Azeri Türkleri, farklı coğrafyalarda olmalarına rağmen; bizler aslında “iki devlet, bir millet”iz!.. Diğer Türk topluluklarına göre -her alanda- birbirimize daha yakınız! Tarihi ve kültürel bağlarımız hep iç içe... Aziz okurlar! Yazılı ve görsel basından öğrendiğimize göre; 26 Şubat 2012 Pazar günü “Hocalı Katliamı”nın 20. yılı münasebetiyle, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, daha birçok ilimizde, bu “insanlık dışı vahşeti” tel’in için, konferans ve yürüyüşler düzenlenecek.   Topraklarının yüzde yirmisi, Ermeni işgali altında olan Azerbaycan Türklerinin, bir milyondan fazlası da ne hazindir ki yıllardır ata-baba toprağından mahrum olarak yaşıyor! Hâlâ günümüzde yersiz ve yurtsuzlar! Ve hayatta kalabilmek için, -bin bir güçlüğe rağmen- yaşama mücadelesi veriyorlar!.. Ermeniler öteden beri, hemen her alanda, Anadolu’muzun doğusunu da içine alan, sözde “Büyük Ermenistan”ı gerçekleştirmek için var güçleri ile çırpınıyorlar. Öyle ki; mevcut Ermenistan Cumhurbaşkanı bile, bütün dünyanın gözlerinin içine baka baka, Ermeni gençlerine küstahça talimat veriyor: “Karabağ bölgesini düşmanın elinden biz kurtardık, Ağrı Dağı bölgesinin alınmasını ise size bıraktık” diye!!! Geçmişte bir Ermeni gazeteci öldürüldü diye, yeri göğü inleten ve “Hepimiz Ermeni’yiz!” diyerek, sokaklarda yürüyen, siz; hey on binler! Ey, “Türk” olduğunu iddia edip de bu “haksızlık karşısında susan...” beyler; “Türk oğlu Türk” olup ta, göğsünü gere gere “Türk”üm diyemeyen ve “aslını inkâr eden...” “sonradan olma” siz “Türkiyeli”ler ve de “hak, hukuk, özgürlük, yaşam hakkı” diye hemen her gün, ekranlarda boy gösteren “demokrasi havarileri” siz; ey “insan hakları savunucuları!..” “Tüm insanlık adına” beyler; soruyorum sizlere: “Hocalı Katliam(Soykırım)’ını Anma Günü” olan 26 Şubat’ta neredesiniz?!.....
Adil YILDIRIM
73
GÖKTEN YİNE KAR YAĞIYOR! Kış kışlığını gösterdi nihayet!.. Meteoroloji; günler, haftalar öncesinden müjdeyi vermişti millete zaten! “Bu sene kış, çetin geçecek...” diye!.. Öylede oldu!.. Ocak başında, yere düşen kar; nerdeyse Şubat ortası oldu, hâlâ kapımızda...Her gün lapa lapa “kar üstüne kar yağıyor!” Anlaşılan o ki, böyle giderse, hep birlikte evlerimize kapanacağız... Mart “mart”lığını bir daha gösterecek bizlere! Yine, bir bir kapıdan baktıracak herkesi kendisine her halde!.. Bu günlerde yer yüzü, tepeden tırnağa, adeta tek renge büründü! Beyaz gelinlik giymiş kızlar misali! Saf ve temizce... “Kara”dan artık eser yok, bu dünyada! Şimdi her şey artık “kar”a âmade!.. Her taraf bembeyaz! Diğer renkler ise, bir bir göç ettiler çoktan, Kaf Dağı’nın ardındaki ülkeye! Bir beyaz kaldı bu âlemde! Ne güzel!.. Şimdi her yer beyaz!... Her şey “kar beyazı...” Bütün yer yüzü; dağlar, taşlar, ağaçlar, dereler, ovalar... her yer beyaz, bembeyaz!.. Bizim inancımızda; beyazlığın, saflığın, temizliğin, bereketin ve rahmetin timsalidir kar!.. Çirkinliği örten, kirleri temizleyendir! Kirletmiş olduğumuz dünyamızın, ilâhî bir güç tarafından “ar”lanmasıdır kar! Rahman ve Rahîm olan, yüce Yaradan’ın canlı cansız bütün “âlem”e, kutlu bir armağanıdır.  Gücünün ve kudretinin büyüklüğü ile merhametinin sonsuz oluşunun bir göstergesidir. Sorumsuzca ve hoyratça kirlettiğimiz “tabiat” denen “varlığımız”ın, yüce Mevlâ’mız tarafından “yunması” “yıkanması”dır kar! Çölde kalmışa, Kerbela’da yanmışa ve yürekleri kavrulmuşa, göğden rahmet olarak ağmasıdır! Kar; sudur, hayattır; bütün canlıya, cansıza!.. Candır; yerde kavrulmuş, cansız toprağa! Gürül gürül akan pınarlardan taşarak; çağıl çağıl akan derelere karışıp, beyaz köpüklü çağlayanlara karışandır! Aslında yanmışa, yakılmışa ve de çölde kavrulmuşa “sevilen”den “seven”e bir “hayat suyu”dur; gökten, damla damla gönüllere düşen kar!.. *** Yine dışarıda kar yağıyor! Pencereme yaslanıp, dalıyorum göklere... Bir kuşluk vakti sabahının saflığı ve temizliği henüz gönlümde... Yakalıyorum gözlerimle, en yukarılarda bir kar tanesini... Tutunuyorum bir köşesinden, yere birlikte düşüyorum!.. Yakalıyorum... Düşüyorum! Yakalıyorum... Düşüyorum!.. Ve... Kirlenen ruhumu temizliyorum!.. *** Bir kuşluk vakti, pencereme yaslanıyorum... Gözlerim semada asılı... İçim yanıyor!.. Ürperiyorum!.. Ve... Yeri göğü Yaradan’a sığınıyorum!.. Dışarıda lapa lapa gökten yine kar yağıyor!.....
Adil YILDIRIM
56
NEDEN TÜRKÇE? Milletleri bir birinden farklı kılan ve “toplum”u da “millet” haline dönüştüren, belirli unsurlar vardır. Tarih ve sosyoloji ilmine göre; aynı topraklar üzerinde yaşayan, aynı ortak geçmişe sahip; dili, dini bir; aynı değer ve hedeflere yönelmiş; kaderde, tasa da birlikte olan insan topluluğuna “millet” denir!.. “Millet”i meydana getiren yukarıda sayılan unsurların hepsi de tabii ki önemli... Bunların herhangi birinden vazgeçmek, ya da içlerinden birini yok saymak, “millet” gerçeğinin inkarıdır. Ancak, yukarıda “millet”in tanımı yapılırken ifade edilen, “Dilin, milletlerin hayatında apayrı bir yer ve öneme sahip olduğu”da inkar edilemez bir gerçek! Kıymetli Okurlar! Günümüz dünyasında, Türklerin yaşamış oldukları coğrafyaya bir göz atacak olursak; Anadolu ile Ortaasya (Doğu ve Batı Türkistan) başta olmak üzere; Kafkasya’da, İdil-Ural Bölgesi’nde, İran, Irak ve Balkanlar da yaşamış olduklarını görürüz. Almanya, Fransa, Belçika, İngiltere, İtalya, İsveç v.b. Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklerin sayısı ise yine oldukça fazla! Kuzey Afrika ülkelerinde; Mısır ve Suriye başta olmak üzere, diğer Arap ülkelerinde yaşayan Türklerin sayısı da hiç de azımsanmayacak cinste!  ABD’de de yine, önemli sayılacak ölçüde bir Türk nüfusu mevcut. Yukarıda çizmeye çalıştığımız coğrafya içerisinde yaşayan Türklerin sayısı, 200 milyonun üzerinde! Müthiş bir potansiyel güç!.. Bu potansiyeli birleştiren ve bir güce dönüştüren ise konuştukları dilleri! Yani; “Türkçe”miz!.. Türkçe; millî birlik ve beraberliğimizin vaz geçilmez teminatı. Binlerce yıllık varlık sebebimiz!.. Sözün kısası, Türkçe; Türk milletinin “olmazsa olmaz”ı... Saygıdeğer Okurlar! Binlerce yıldır tarih sahnesinde Türk milletini yaşatan, ona güç veren ve onu devamlı kılan da sahip olduğu ortak dilidir! Türkçe; ayrı ayrı coğrafyalarda yaşayan Türk’ü, birbirine bağlayan, en önemli millî bir bağdır! Bu gün yeryüzünde en çok konuşulan diller arasında Çince, İngilizce, İspanyolca ve Hintçe’den sonra beşinci sırada da Türkçe gelmektedir. Kıymetli Okurlar! Günümüz Türkiye’sinde “Türk Dili”ne gereken önemin verildiğini söylemek pek de mümkün değil! Çarşıda, pazarda, sokakta; evde, okulda, camide konuşulan dil; aynı dil değil!.. Televizyon ve İnternetin dilinden, bilmiyorum hoşnut olanınız var mı?.. Yaşamış olduğunuz şehrin caddelerinde dolaşırken, etrafınızdaki mağazaların isimlerine, şöyle göz ucuyla bir bakın Allah aşkına!..  Tabelâlarında ve vitrinlerinde Türkçe ismi olan, kaç tane mağaza ve dükkân var?!.. Sevgili Okurlar! Dilimize sahip çıkmak zorundayız! Var oluşumuzun yegâne sebebinin Türkçe olduğunu asla hatırdan çıkarmayalım. Dünümüzü, bu güne; bu günümüzü de yarınlara taşıyacak en önemli köprünün dil olduğunu unutmayalım. Son yıllarda erovizyon şarkı yarışmalarında milletimizin İngilizce parçalarla temsil edilmesini buradan kınıyorum! Ve...Binlerce yıllık köklü bir medeniyetin koruyucusu ve taşıyıcısı olan güzel dilimiz Türkçe’mize ve Müslüman Türk milletine de bir hakaret olarak görüyorum!.. Buna imkan ve fırsat verenleri de yüce milletimizin vicdanlarına havale ediyorum!... Son olarak; güzel Türkçe’mizi her yıl düzenlemiş oldukları “Türkçe Olimpiyatları” ile Türk dünyasına ve bütün dünyaya sevdiren, o “güzel insanları” buradan ayrıca kutluyorum. Türk milleti, kendisine hizmet edenleri de, ihanet edenleri de asla unutmaz!.....
Adil YILDIRIM
47
HEPİMİZ ERMENİ(Mİ)YİZ? Beş yıl önce menfur bir saldırı sonrası hayatını kaybeden “Agos” gazetesi sahibi ve başyazarı Hrant Dink davası, nihayet sonuçlandı. Mahkeme, olayın bir örgüt işi olmadığını açıklayarak, sadece sanıklardan Ogün Samast’ı suçlu buldu. Ve diğer sanıklar bu davadan dolayı beraat ettiler.. Dink’in ailesi ve avukatları, mahkemenin bu kararından pek de tatmin olmadılar. Dava, bu seferde Yargıtay tarafından tekrar incelecek ve muhtemelen de bozulacak! Ve sil baştan yeniden görülecek!.. Kıymetli okurlar! Aklı başında, vicdan ve merhamet sahibi hiçbir insan, bir cinayeti tasvip edemez! Öldürülen kişinin fikir ve düşüncesi sizden farklı olsa bile hiç bir cinayet, hoş görülemez, kabul edilemez! Yukarıda adı geçen ve bir cinayete kurban giden şahsın ölümü, elbette bir insan olarak bizi de üzmüştür. Kaldı ki, öldürülen şahsın geçmişine ve icraatlarına baktığımızda Türk milleti açısından pek de iç açıcı olmadığını görüyoruz! Sütten çıkmış ak kaşık kadar saf ve temiz olduğunu var saysak bile, bu durum; Ermenilerin geçmişte yapmış oldukları katliamları, görmezden gelmemizi ortadan kaldırmaz!.. Ermenilerle Türkler, yüzyıllar boyu kardeşçe birlikte yaşamışlardı. Dini inançlarını serbestçe yerine getirmişler, örf ve adetlerini yaşamalarına da hiç karışılmamıştı. Komşuluk ilişkileri son derece iyi idi. Ve bu yüzden de yakın bir zamana kadar Ermeniler; azınlıklar içerisinde “sadık millet” olarak tarihte yer almıştı!..  Ermeniler, Osmanlı idaresi altında iken çok önemli makamlara da getirilmişlerdi. 22 bakan, 29 general, 23 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos, 11 üniversite öğretim üyesi, 41 yüksek rütbeli memur... Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Bakanlıkları gibi önemli bakanlıkları da üstlenmişlerdi... Yüz yıllarca süren kardeşliğimiz, Osmanlı-Rus Savaşı’na (1876-1877) kadar devam etti. Osmanlı-Rus savaşı başlar başlamaz, içimizde beslediğimiz, dost olarak gördüğümüz bu “sadık millet” en zayıf anımızda, bizi arkadan hançerledi! Rus ordusu içerisinde ki Ermenilerle bir olup, Türklere saldırdılar! Ve yıllarca bir arada yaşadıkları komşuları olan Türkleri, Ruslarla bir olup acımasızca katlettiler!.. Osmanlı Devleti zamanında, Padişah II.Abdülhamid’e suikast teşebbüsünde bulunan Ermeniler; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra da dış temsilciliklerimize ve diplomatlarımıza karşı sayısız silahlı eylemlere giriştiler... 27 Ocak 1973 yılında Türkiye’nin ABD Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir, kahpece bir tuzak sonucu şehid edildiler! Katil 78 yaşında Karakin Yanikyan adında bir Ermeni idi!.. İhtiyar Ermeni, bu hareketi ile Türk diplomatlarına karşı yapılacak katliamları da başlatmış oldu! Ve günümüze kadar da maalesef 42 diplomatımız, Ermeniler tarafından görevleri başında şehid edildi!.. Kıymetli okurlar! Ermenilerin amacı, ne pahasına olursa olsun “Büyük Ermenistan”ı kurmak! Sözde soykırım iddialarını dünya kamuoyunda gündemde tutabilmek için de tarih boyu sürekli isyan ederek, terör olaylarına sarılmışlar. Bu emellerine ulaşabilmek için de; Tanıtım,Tanınma,Tazminat ve Toprak olarak adlandırdıkları 4 T plânını devreye sokmuşlardır.   Doğu Anadolu’muzu da sınırlarına katacak olan “Büyük Ermenistan” projesinin ilk ikisi, yani; “Tanıtım” ve “Tanınma” işi tamam!.. Şimdiye kadar yürüttükleri bu plân sayesinde, sözde “soykırım”ı 20’ye yakın ülke tanımış oldu!.. Geriye ise, “Tazminat” ve “Toprak” faslı kalıyor! Sevgili okurlar! Şimdi gelelim asıl mevzuya!.. Bu günkü Ermenistan’ın başkenti Erivan’da bir Türk gazetecinin yaşamış olduğunu varsayalım... Bu şahsın da bir Ermeni genci tarafından “Türk” olduğu için ve “Türklüğü öven” yazılarından dolayı, “suçsuz” yere öldürülmüş olduğunu farz edelim! Bu olayı protesto için, on binlerce Ermeni’nin -Türklerin acılarını paylaşma adına- hep birlikte Erivan’da sokaklara çıkıp da “Hepimiz Türk’üz” diye bağırabileceklerini... Hiç düşündünüz mü?!.. Peki, bu mümkün mü?!.. Sizce böyle bir ihtimal var mı?!.. Bu sorulara cevabınız, içtenlikle “evet” ise; Bende, işte buradan; Müslüman Türk kimliğimle tüm dünyaya haykırıyorum: Evet, beyler; “Hepimiz Ermeni’yiz!..”...
Adil YILDIRIM
108
BÜYÜK DAVA ADAMI; RAUF DENKTAŞ Son dönem Türk Dünyası’nın yetiştirmiş olduğu, büyük bir “dava adamı...” Kıbrıs Türkleri’nin “efsanevî lider”i; “essiz müzakereci” ve “yılmaz mücadeleci” büyük bir “devlet adamı...” Tarih kitapları haklı olarak, merhumu böyle kaydedecekler tozlu sayfalarına!.. Ve... “Kahramanlar” safına yazılacak ismi “altın harflerle”; tarihe not düşme adına!.. 27 Ocak 1924’te Kıbrıs Baf’ta doğdu. 1,5 yaşında iken annesini kaybetti. Babaannesi ve anneannesi tarafından büyütüldü. 1930 yılında eğitim için Türkiye’ye İstanbul’a geldi. İlkokul ve ortaokulu Türkiye’de yatılı olarak okudu. Lise öğrenimini Kıbrıs’ta tamamladı. II.Dünya Savaşı yıllarından sonra, hukuk eğitimi için İngiltere’ye gitti. Hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra avukatlığa başladı. 1948 yılından itibaren de Kıbrıs Türkleri’nin dertlerini “dert” edindi kendine!..  Türklük dolu yüreği, bundan sonra büyük bir aşkla Kıbrıs için, Kıbrıs Türk’ü için çarpacaktı her daim... Batının ve Yunan’ın desteğini alan Kıbrıslı Rumlar, zamanla adadaki soydaşlarımıza karşı büyük bir soykırım başlattılar yıllarca. Türkleri adadan atmak için, akla hayale gelmedik senaryolara imza attılar!.. Yüzyıllarca Türk toprağı olan Kıbrıs’ı, “Büyük Yunanistan”a katmak için, EOKA adlı terör örgütünü kurdular. Masum soydaşlarımızı yaşlı, genç demeden; hunharca katlettiler. Kadınlarımızın, kızlarımızın namuslarını kirlettiler!.. Bütün dünyanın gözleri önünde, Türk köylerine saldırıp, savunmasız insanlarımızı topluca acımasızca öldürdüler!.. İşte böylesi bir ortamda merhum Denktaş; Kıbrıs’taki Rumların bu tür çirkin saldırılarına karşı koyabilmek için, Kıbrıs Türklerinin başka bir kahraman evlâdı Dr. Fazıl Küçük ve bir avuç arkadaşı ile birlikte “Türk Mukavemet Teşkilâtı” (TMT)’yi kurdu. Rumlara karşı kurulan bu teşkilat; kısa zamanda, adadaki Türklerin yegane savunucusu ve koruyucusu oldu... 1974’lü yıllara gelindiğinde, adadaki Rumların soydaşlarımıza karşı baskısı iyice arttı. Katliamlar birbirini kovaladı!.. Bütün dünya, bu vahşeti seyretti! Türkiye, uluslar arası anlaşmalara dayalı olarak, -garantör devlet sıfatıyla- bu olaylar sonucunda, 20 Temmuz 1974’te adaya asker çıkarmak zorunda kaldı.  Yapılan “Kıbrıs Barış Harekâtı” sonrasında, soydaşlarımızın can ve mal emniyeti sağlanmış oldu.... Nihayet uzun bir mücadeleden sonra, 13 Şubat 1975’te bu günkü “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin temelleri de bu şekilde atılmış oldu... Evet Sevgili Okurlar!.. Sözlerimize; “Son dönem Türk Dünyası’nın yetiştirmiş olduğu, büyük bir dava adamı...” diye başlamıştık!.. 88 yıllık ömrünü, milletinin bağımsızlığı ve insanca yaşaması uğruna vakfetmiş bir faniye bu sıfatlar az bile!.. Kıbrıs Türklüğünün bu günkü hür ve bağımsız yaşamasının yegane sebebi; hiç şüphesiz, merhum Denktaş’tır!.. O, sadece Kıbrıs Türklerinin değil, bütün Dünya Türklüğü’nün de aynı zamanda bir lideri idi!.. O; kahraman bir “Mücahit”ti!.. O; deli bir “Bozkurt”tu!.. O; yiğit bir “Türk milliyetçisi” idi!.. Kıbrıslı soydaşlarımızın ve bütün Dünya Türklüğü’nün başı sağ olsun!.. Ey, Kıbrıs Türklüğü’nün atası!.. Ruhun şad, mekanın cennet olsun!.....
Adil YILDIRIM
122
BİZE ULAŞIN

Yenidoğan Mahallesi Mimar Sinan Caddesi 596.Sokak No: 5 Kat: 3 Kırıkkale

+90 (318) 224 34 34

bilgi@kalehaber.net

BİZİ TAKİP EDİN

Kalehaber I Kırıkkale Haber - Kırıkkale Son Dakika Haber Kırıkkale haber,Kırıkkale son dakika haberleri ve güncel Kırıkkale haberleri,güncel Kırıkkale nöbetçi eczaneleri,hava durumu,namaz vakitleri,cenaze ilanları ve vizyondaki sinema filmleri Kalehaber.net'de!

yüklenemedi

kalehaber.net, Anadolu Ajansı abonesidir.

© 2010-2023 Kale Haber Tüm Hakları Saklıdır.