Kırıkkale 20°
Kale Haber

Adil YILDIRIM

TÜRK’ÜN MİSYONU!.. Filistin; bizim için öteden beri yüreğimizde kanayan bir yara!.. Müslüman Türk milletinin Mekke ve Medine’den sonra, en çok kıymet verdiği mübarek toprakları da bağrında barındırdığı yer; Filistin!.. Filistin’in tarihi oldukça eskilere dayanır. “Peygamberler diyarı” olarak da anılır. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için son derece kutsal olarak kabul edilen mekânlar da yine buradadır. Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesi olması açısından önemlidir. Ayrıca, Peygamber Efendimizin miraç olayının başlangıcı da yine Mescid-i Aksa’dır. Kudüs, Hz.Ömer zamanında fethedilerek, İslâm coğrafyasına katılmıştır. Bu günkü Filistin adı verilen bu topraklar da sırasıyla, Emeviler, Abbasiler, Fatimîler, Selçuklular uzun süre egemen oldular.  1096 yılında bu bölge, Haçlı seferleri sonunda Hıristiyanların eline geçti. Bu bölgede kurulmuş bir Türk Devleti olan Eyyubîler’in ünlü komutanı Selâhatdin-i Eyyübî, Kudüs’ü 1187’de yeniden İslâm topraklarına kattı. Daha sonraları ise, yine bu coğrafyada kurulmuş, başka bir Türk devleti olan, Memlûklar’ın eline geçti (1281). Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sonrasında da (1516) Osmanlıların eline geçti ve 400 sene Osmanlı idaresinde kaldı. Bu günkü Filistin’in de içinde bulunmuş olduğu bu topraklar; sizin anlayacağınız, tam 700 yıldan fazla bir süre, Türklerin idaresinde kaldı. Kısacası; taşı ve toprağı ile bu toprakların her bir metrekaresinde, Türk’ün kanı, alın teri ve göz yaşı vardır!.. Kıymetli okurlar! Sözü fazla uzatmadan, yüzyıllarca üç kıtada İslâm’ın bayraktarlığını yapan bu necip milletin, İslâm’a bakış açısını da çarpıcı bir şekilde ortaya koyması hasebiyle, şu tarihi anekdotu, izninizle sizlerle paylaşmak istiyorum...: Osmanlı Cihan Devleti’nin son demleri… Canını ve ülkesini kurtarmak için, bindiği atının üzengisini öpen imparatorların, gizli anlaşmalarla Osmanlı’yı tarih sahnesinden silmek için fırsat kolladıkları yıllar!..   Devir; II.Abdülhamit Dönemi!.. Koca İmparatorluk, adeta can çekişiyor! Dış borçlar alabildiğine artmış, yıllarca süren savaşlar, devleti çökertmiş, halkı da canından bezdirmişti. İşte böylesi bir dönemde, bu günkü Siyonizmin de fikir babası olan, Avusturyalı Yahudi bir gazeteci Thedor Herzl; çökmekte olan devleti de ayağa kaldıracak tekliflerle, Abdülhamit’in huzuruna varıyor! Thedor Herzl, Osmanlı Devleti’nin bütün dış borçlarını ödeyeceklerini ve 5 milyon da altın vereceklerini, bunun karşılığında da Filistin’de yurt edinebilmeleri için, küçük bir miktar toprak satın almak istediklerini Ulu Hakan’a teklif ediyor! Bu teklife sinirlenen II.Abdülhamit; “Ben bir karış toprak dahi satmam. Çünkü, bu vatan bana değil, milletime aittir. Dünyanın bütün devletleri ayağıma gelse ve bütün hazinelerini kucağıma dökseler, size bir karış yer vermem. Ecdadımızın ve milletimizin kanıyla elde edilen bir vatan, para ile satılamaz… Derhal burayı terk edin!.. Defolun!..” diyerek, Thedor Herzl’i huzurundan kovuyor…  Sultan Abdülhamit Han, o dar günlerde bile, hiçbir şekilde Filistin'i pazarlık konusu dahi yapmadı. Filistin'in tamamını “padişahın şahsi arazisi” ilân etti ve Yahudilere de her türlü toprak satışını yasakladı... Saygıdeğer okurlar! Şimdi... Şimdi, gün oldu devran döndü! Türkler, zamanla bu coğrafyadan atıldı!.. Ya sonrası... Sonrası malûm!.. “Coniler”in at oynattığı bir Ortadoğu!.. Mazlum bir Filistin!.. Mahzun bir Kudüs!.. Ve... meydan; İsrail’e kaldı!.. Sevgili okurlar! Tarihçiler; “Anadolu’da Türkler olmasaydı, yaklaşık 200 yıl süren Haçlı Seferleri sonrasında İslamiyet, Arabistan yarımadasına sıkışıp kalacaktı” derler… Geçmişte Anadolu Selçuklu Devleti ile Osmanlı Devleti’nin yüklenmiş olduğu bu misyonu, günümüzde de Türkiye Cumhuriyeti’nin üstlenmesini kim istemez?.. Peygamber Efendimizin, İstanbul’un fethi dolayısıyla övmüş olduğu bu necip millete, İslâm’ın bayraktarlığını “yeniden üstlenmesi” misyonu!.. Ne dersiniz?.. Çok yakışmaz mı sizce de?.....
Adil YILDIRIM
48
HZ.MEVLÂNÂ’DAN İNSAN VE AŞKA DAİR “Üç sözden öte değil; Bütün ömrüm şu üç söz: Hamdım, piştim, yandım!..” 66 yıllık hayatını bu “üç söz”le özetleyen Hz. Mevlânâ; 30 Eylül 1207’de bu günkü Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan ülkesinin Belh şehrinde doğdu. 17 Eylül 1273’te de Konya’da vefat etti. Ölümü O’nun için bir “düğün gecesi” idi! Ve…Bir Pazar günü, en çok sevdiğine; “sevgililer sevgilisi”ne kavuştu!.. Sevgili okurlar! Hz. Mevlânâ’nın söz ve düşünceleri, sekiz asra yakın, bütün insanlığa ışık saçıyor. Dün olduğu gibi, bu günde hâlâ O’nun söz ve düşünceleri, kararan gönüllerimizi aydınlatmaya devam ediyor!.. Kıymetli okurlar! Hz. Mevlânâ’nın söz ve düşüncelerini bu daracık sütunda anlatmak ne mümkün! Biz burada, elimizden geldiğince ve dilimizin döndüğünce, birkaç cümleden de ibaret olsa, O’nun “insan” ve “aşk”a dair sözlerinden bir kısmını, sizlere aktarmaya gayret edeceğiz… Aşağıda sizler için derlediğimiz, -okyanusta birkaç damla misali- işte o hikmetli sözlerden bir kaç demet!..  “İnsan”a Dair Sözleri: - Hak dostu olan bir insan ile, bir an beraber bulunmak, bir can değer. Ondan düşen bir kıl, kıymetli madene değer. Fakat öyle insan da vardır ki, onunla bulunmak, onunla konuşmak şöyle dursun, onu görmemek cihan mülküne değer… - Allah melekleri yarattı, onlara akıl verdi. Hayvanları yarattı, onlara şehvet verdi. İnsanları yarattı, onlara hem akıl verdi, hem şehvet. Kimin aklı şehvetinden üstün olursa, meleklerden daha yücedir. Kimin şehveti aklından üstünse o, hayvanlardan da aşağıdır. - Allah, bizim huyumuzu da kendi huyuna uygun, kendi sûretine göre yarattı; bizim vasfımız da O’nun vasfından bir örnektir.Yaratıcı Allah, kendisine şükür ve hamd edilmesini ister. Bu yüzden insanın huyu da böyledir, o da kendisinin övülmesini diler!.. - Ey insan! Sen görünüşte sûretinle küçük bir âlemsin, ama mânen gerçek varlığınla en büyük âlem sensin!.. “Aşk”a Dair Sözleri: - Âşıkların sevinçleri de kederleri de Hak’tır. Hizmetleri de, hizmetlerine karşılık aldıkları da Hak’tır. Bir âşık, sevgilisinden başkasını seyre dalarsa, o gerçek âşık değildir. - Aşka düşen kişide, zerre kadar korku yoktur. Aşk mezhebinde her şey aşka kurbandır. - Aslolan sevmektir. İnsanın mayasındaki bu duyguyu arıtmalı, ayıklamalıdır.  Bedenimiz bir kovan gibidir. Bu kovanın balı ve mumu da ilâhî aşktır. - Gökyüzünde, yıldızlar arasında parlak ay nasıl görünürse, aşk da yüzlerce kişi arasında öyle görünür. O göründü mü, herkesin parlaklığı söner. - Bizim peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz aşk çocuklarıyız; aşk bizim anamızdır. - Aşk, kimseye niyazı olmayan Allah’ın vasıflarındandır. O’ndan başkasına âşık olmak, geçici bir hevestir. *** - Öldüğüm gün, tabutumu omuzlar üzerinde gördüğün zaman, bende bu dünyanın derdi var sanma… Bana ağlama, yazık yazık, vah vah deme… - Ölümümüzden sonra, mezarımızı yerde aramayınız!.. Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir… Selâmların en güzeli ile binlerce selâm sana, ey yanmış gönüllerin sultanı!.....
Adil YILDIRIM
62
CUMHURİYET BAYRAMINI KUTLARKEN Geçen günlerde yurdumuzun doğusu, büyük bir felâketle sarsıldı! 7.2 şiddetindeki deprem; altı yüze yakın insanımızın hayatını kaybetmesine, binlercesinin de yaralanmasına sebep oldu!.. Binlerce insanımız da evsiz/yurtsuz kaldı!.. Daha birkaç gün öncesinde mübarek vatan toprağına emanet ettiğimiz, aziz şehitlerimizin acısı henüz yüreğimizde iken, bu sefer de Van ve Erciş’ten gelen üzücü haberle bir kere daha yıkıldık! Bütün Türkiye, adeta yas çadırına büründü. Yine bir çok ocaklar söndü… Çocuklar babasız, annesiz; anne-babalar, evlâtsız kaldı!.. “Deprem” denen tabiî afet; insanoğlunun (yaratılmışın) kendisini var eden “Yaradan” karşısında, çaresiz ve güçsüz kalışını da bizlere bir kere daha hatırlatmış oldu. Sevgili okurlar! Geçtiğimiz günlerde, Bitlis ve Hakkari’de vatan hainleri tarafından hunharca katledilen güvenlik güçlerimizin kanı henüz kurumamışken, Osmaniye’de 2 polisimizin şehit edilmesi ve Bingöl’deki “canlı bomba” sonucu 3 vatandaşımızın hayatını kaybetmesi ile bir kere daha sarsıldık! Yurdumuzu kana bulayan terör olayları ve hemen akabinde ki deprem felâketi, top yekûn milletimizi, derin bir üzüntüye sevk etti. Milletçe üzüntümüz elbette son derece büyük!  Tesellimiz ise; milletimizi büyük ve diğer milletlerden farklı kılan, “iyi ve kötü günde” bir ve beraber olma özelliği!.. Kıymetli okurlar! Bilindiği gibi, 29 Ekim 1923’te yeni bir Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti doğdu! Türk Milleti’ni tarih sahnesinden silmek isteyen batılı milletler, yüz yıllarca içlerinde besledikleri haçlı kini ile hep birlikte üzerimize dört bir yandan acımazsızca saldırdılar! Türk Milleti, dünyanın süper güçlerine karşı hemen her cephede yiğitçe savaştı! Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Sakarya’da adeta destanlar yazdı!.. Ve… Milli Kurtuluş Savaşımız, zaferle sonuçlandı. Yeni bir Türk devleti de böylelikle doğmuş oldu. Değerli okurlar! 29 Ekim 1923; yeni bir Türk devletinin, “Türkiye Cumhuriyeti”nin doğum tarihidir. Devlet ve millet olarak “varoluşu muz”un tarihidir! Dolayısıyla Türk milleti için son derece önemli bir gündür. Bu sebeple de yeni Türk devletinin kurulmuş olduğu bu gün; daha sonraki yıllarda “bayram” ilân edilerek, “millî bir gün” olarak kutlana gelmiştir.   Kişilerin olduğu gibi, milletlerinde kaderinde hüzünlü ve neşeli günleri vardır elbet! “Ölenle ölünmez!” “Ölüde ağlarım, düğün de oynarım!..” sözleri “hayat” denen gerçeğin herhalde ta kendisi olsa gerek!.. Anlayacağınız; hayatımızın tamamı, ne neşeden ne de hüzünden ibaret!.. Kıymetli okurlar! Bilindiği gibi 23 Ekim’de Van’da meydana gelen ve milletimizi derinden üzen deprem dolayısıyla, bu yıl 88. yıl dönümü kutlanacak olan “Cumhuriyet Bayramı” törenleri, son anda “Başbakanlık Genelgesi” ile iptal edildi! “Cumhuriyet Bayramı” kutlama etkinlikleri kapsamında, eğlence ve resepsiyon gibi faaliyetlerin iptal edilmesi, elbette son derece yerinde bir karar! Ancak, resmi geçit törenlerinin iptalini anlamakta zorlanıyoruz!.. Ve… doğru bulmuyoruz!.. Cumhuriyet Bayramı; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin “doğuş günü”dür! Önemli bir gündür. Bayramdır! En büyük “millî” bir bayramdır! Millî bayramlar ise; şehitlerimizi ve gazilerimizi şükranla anmamıza, hayırla yâd etmemize vesile olurlar. Bu duygularla, yeni Türk devletinin kurucusu aziz Atatürk başta olmak üzere; O’nun silah arkadaşlarını ve vatan için şehit düşenleri de buradan rahmetle ve şükranla anıyorum! Cumhuriyet Bayramınızı kutlarken; Van depreminde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralı olanlara da acil şifalar diliyorum…...
Adil YILDIRIM
24
YETER ARTIK; SÖZÜN BİTTİĞİ YERDEYİZ! Bitlis Güroymak’ta kalleşçe katledilen 5 polis memuru ile 4 sivil vatandaşımızın kanı henüz yerde iken, ertesi gün Hakkari Çukurca’da 24 askerimizin kahpece şehit edilmesi haberi ile adeta yıkıldık! Ocağımıza yine ateş düştü!.. Yine yürekler yandı, kavruldu!.. Onlarca vatan evlâdı; “Göğsünden vurulup tam ercesine/ Bir gül bahçesine girercesine..” uçmağa vardılar bir bir cennet ülkesine!.. Mübarek kanları ile yeniden yoğurdular vatan toprağını!.. Kara toprağa can, al bayrağa taze kan kattılar! Üçler, yediler ve kırklarla buluşup; şehitler kervanına ulaştılar! Kimi yeni evli idi, kimisi nişanlı! Kimi bekardı henüz, ömrünün taze baharında…Kimi de görmemişti doğan çocuğunu hâlâ!.. Kimi ise, tek erkek evladı idi ailenin…Biricik umudu!.. Baba ocağını tüttürecek, soyunu sürdürecek... Hayalleri vardı, hepsinin bir bir…Hayalleri ise hepsinin de Kaf Dağı’nın ardında kaldı!.. Geride kalanlar ise; yetimler, dullar; gözü yaşlı anne ve babalar…  Velhasıl; geride şimdi, yaşayan ölüler kaldı!.. İçimize gömdük tüm acımızı bizler, hep sessizce! Göz pınarlarımız kurudu, göz yaşı dökmekten yıllarca! Al bayrağa sarılı tabutlar geçerken önümüzden, sıra sıra; milletçe sayısız fatihalar gönderdik ardı sıra!.. Sabrettik!.. Sabrımız sınandı acımazsızca, yıllarca hoyratça! Eyüp misali!.. Bir zamanlar bizler; bir ve beraberdik!.. Bin yıldır aynı toprakta, birlikte ağlayıp, birlikte güldük! Bir ve beraber olduk her daim. Türk’ü, Kürt’ü; Alevi’si, Sünni’si… Kaderimiz birdi, tasamız bir!.. Aynı dine inandık; Allah bir, peygamber bir… Kız verdik, kız aldık! Can, cana karıştı; yâr olduk, yâren olduk!.. Yüz yıllarca!.. Üç kıtaya hükmettik birlikte!.. Birlikte aştık İstanbul’un surlarını Fatih Sultan Mehmet’le!.. Çağ açıp, çağ kapattık;Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’iyle!.. Başlıya baş eğdirip, dizliye diz çöktürdük yüz yıllarca!.. “Tanrının kılıncı” idi, kılıcımız! Mazluma kol kanat geren, zalimin başına inen!.. Bir zamanlar Türk’tük!.. Asırlar Türk’tü! Kâinatın Efendisinin övgüsüne mazhar olan Türk! Akif’de, Gökalp’te Türk’tü!..Marşımız Türk, töremiz Türk!..Altı asır dünyayı hep birlikte yönettik! Ya şimdi?!.. Şimdi; “açılım”la aramızı açtılar bizlerin bir bir!.. Tuzağa düşürdüler bizleri, kahpece!..  “Demokratik açılım”ı allayıp, pullayıp süsleyerek; “Sevr”i uygulattılar bize! “Mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü” olan ay yıldızlı al bayrak; “kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü” idi! Bayrak; namusumuz, şerefimiz, her şeyimizdi bir zamanlar, bizlerin!.. Bayrağımızı çiğnediler, çiğnediler!!! Seyrettik hayasızca!.. Şimdi… Sözlerim sizlere, ey “etkili” ve “yetkili” beyler!.. Bırakın “İmralı”yı, “sayın”ı, “mayın”ı… Duyun, işitin, görün artık! Bırakın Arab’ın baharını yazını! Ortalık kan gölüne döndü!.. “Kara kış” erken bastırdı vatana! Buz kesti her yer!.. Bizim yüreğimiz donuyor! Analar ağlıyor, Anadolu kan ağlıyor!.. Ne olur söylemeyin artık; “şehitlerin kanı yerde kalmayacak” diye!.. “Açılım” demeyin bana!.. Kanıma dokunuyor!.. Bırakın “müzakere”yi, “hain”lerle yaptığınız gizli pazarlığı artık!.. Ey ANKARA; duy beni, işit beni: Canımız yanıyor!.. Ne yapacaksak yapalım!.. Millet, topyekûn ayakta!.. Sabrımız taşıyor beyler!.. YETER ARTIK!.. SÖZÜN BİTTİĞİ YERDEYİZ!.....
Adil YILDIRIM
28
BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! Terör, iğrenç yüzünü bir kere daha ortaya koydu. Başkent Ankara’da, tamda Ankara’nın ortasında, Kızılay’da yine masum insanların canını aldı. Patlamada, maalesef 3 vatandaşımız hayatını kaybederken, 10’u ağır olmak üzere, toplam 34 vatandaşımızda yaralandı. Gazete, televizyon ve internet aracılığı ile edindiğimiz bilgilere göre; patlamanın yaşandığı yerin yaklaşık birkaç yüz metre mesafesinde bulunan resmi kurum ve kuruluşların sayısının fazla olması da dikkat çekici! Seçilen noktanın yakınında ise; Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Yargıtay, Genel Kurmay Başkanlığı ile Çankaya Emniyet Müdürlüğü ve Polis Akademisi bulunuyor! Patlatılan aracın park edildiği otoparkın tam karşısında bulunan ilköğretim okulunda ise; öğrenciler, idari personel ve öğretmenlerle birlikte yaklaşık bin kişi bulunmaktaydı. Patlama esnasında öğrencilerin derste olması, daha büyük bir faciayı da önlemiş oldu. Aynı gün, Siirt Kurtalan’dan Haydarpaşa’ya gitmek üzere yola çıkan, Güney Ekspresi’de bir ihbar üzerine Kırıkkale garında durduruldu. Yapılan aramada, şüpheli bir çanta belirlendi. İçinde kurulmaya hazır bomba düzeneği olan çanta, uzaktan kumandalı bir fünye ile bomba imha ekipleri tarafından patlatılarak, etkisiz hale getirildi. Muhtemelen öğle saatlerinde Ankara garında patlatılması düşünülen bu bomba da, Allah’tan bu şekilde engellenerek, başka bir büyük facianın önüne de geçilmiş oldu. . Ertesi günlerde Siirt, Bitlis, Van ve Diyarbakır’da ki terör saldırılarında da, ne hazindir çok sayıda masum vatandaşımızı, asker ve polisimizi kaybettik!..   Kıymetli okurlar!.. PeKaKa denen terör örgütünün, Kürt kardeşlerimizin temsilcisi olmadığını artık Türkiye’de ve dünyada bilmeyen kalmadı. Ama ne yazık ki, biz “devlet” olarak, hâlâ o mâlum terör örgütünü ve onun lideri konumundaki caniyi “muhatap” alma basiretsizliğini gösteriyoruz! Devlet (hükümet) adına, gizli görüşmeler de bulunarak, cani ile pazarlık yapabiliyoruz! Ve bunu da sıkılmadan, utanmadan kamuoyuna aktarıyoruz!.. Bölücü başı ile örgütünün istek ve hedefleri ortada iken, her defasında o “mâlum” isteklerini gündeme taşırlarken, bizler; daha neyi, niçin görüşüyoruz?!.. Onlarca, yüzlerce suç unsuru olayları görmezlikten gelerek, taviz üstüne taviz vererek, onları cesaretlendirmiyor muyuz?!.. Devlet, -anayasadan aldığı gücünü- kendi varlığını ortadan kaldırmaya kalkışana karşı niçin kullan(a)mıyor?!.. Yasalar, uygulanmayacaksa niçin yapılıyor?.. Sevgili okurlar! Kızılay’daki son bombalı katliam olayının hemen akabinde İçişleri Bakanımızın “olay”la ilgili basına verdiği demecinden alıntılarla satırlarıma son veriyorum…En tepedeki “Bakan”ın, bu tür “olay”lara nasıl baktığını da anlamanız açısından! Noktasına, virgülüne dokunmadan; yorum yapmadan! Ve…Tabii ki, takdir ve yorumu, sizlere bırakarak: Gazetecilerin, İç İşleri Bakanımız İdris Naim Şahin’e “saldırının hedefi”nin sorulması üzerine; “Bunu, tabii eylemi yapan en iyi bilir… Hedef gözetmeden yapılan bir hedeftir.” Patlama sonucu ölenlerin sayısı sorulduğunda da; “ 3 adet maalesef vatandaşımızın patlamadan dolayı can kaybına maruz kaldığı bilgisi var…” demiş!.. Ne diyelim! Mevlâm, sonumuzu hayırlı kılsın!.. Cenab-ı Allah, bu millete ve devlete zeval vermesin!.. Rahmetini ve yardımını esirgemesin üzerimizden!.. Milletimizin başı sağ olsun!.....
Adil YILDIRIM
36
İÇİMİZ YANIYOR!.. Kelimelerin anlamsız, sözün bittiği yerdeyiz!.. Bir 14 temmuz akşamı, yüreklerin kavrulduğu, ciğerlerimizin yandığı gündeyiz! 13 fidanımız daha toprağa düştü! 13 vatan evlâdı daha ömürlerinin taze baharında, mübarek kanları ile suladılar, vatan toprağını… Kara toprağa can, al bayrağa taze kan kattılar!.. Uçmağa vardılar, bir bir, kutlu bir kandil gecesinde! “Berat”larını alıp, vardılar “cennet” ülkesine!.. Adları; Mustafa, Mehmet, Aykut, Gökhan…Barış’tı! Hepsi de vatan, bayrak aşkına, Allah aşkına… birbirleri ile ölümle yarıştı!.. Tamamı peygamberlerle komşu olup; üçlere, yedilere, kırklara karıştı! Kimisi evinin tek oğlu idi, anasının biricik kuzusu, anasının göz bebeği! Kimisi bekar, kimisi evli; kimisi de henüz giderken kundakta bırakmıştı bebeği… Nişanlı olanlar ise; inşallah, cennette yapar düğünü! Al bayrağa sarılmış tabutlar giderken tekbirlerle, en önde sıra, sıra… Analar, bacılar saçın yolup; yâr, yâren ağladı ardından sessizce, için, için, safca… “Vatan sağ olsun” dedi baba! “Şehit babası” olmasının gururuyla… Düşman sevinmesin diye, metanetli idi, dimdikti! Ama, baba idi! “Vatan sağ olsun!.. Vatan sağ olsun da…” dedi. Ve ekledi, göz yaşlarını içine gömerek; “Benim içim yanıyor!..” *** Evet Sevgili Okurlar!.. Vatanımız için, hepimizin canı feda olsun! Elbette, “Vatan sevgisi, imandandır!” Allah, hiç kimseyi vatansız kılmasın! Lâkin; bizim içimiz yanıyor! Analar, bütün Anadolu kan ağlıyor! Bizler; bin yıldır, aynı coğrafyada bir ve beraber olmuş, aynı tasa ve neşeyi paylaşmışız! Türk’ü, Kürt’ü; Laz’ı, Çerkez’i; Alevi’si, Sünnî’si… Et ve tırnak gibi olmuşuz! Kız vermiş, kız almışız! Allah’ımız bir, Peygamber’imiz bir, kıblemiz bir olmuş!  Ayrımız, gayrımız olmamış! Savaş meydanlarında, bizi alt edemeyen dış güçler; -içimizdeki hainlerin de yardımıyla- yıllarca içimize kin ve nifak tohumu saçarak, ne yazıktır ki bu günlere geldiler. İş başındaki, basiretsiz ve ufuksuz yöneticiler, meseleyi idrak edemediler!.. Tehlikeyi iyi analiz edemediler. “Ayıdan post, gâvurdan dost olmaz” atasözümüzü unutarak; yıllarca, bütün yönümüzü batıya çevirdik! Daha da demokratikleşeceğiz, özgürleşeceğiz diye AB(D)’nin de dayatması ile onlarla her alanda bir ve beraber olma uğruna “açılım” tuzağına düşürüldük! “Açılım” belâsı uğruna, bölücülere taviz üstüne taviz verdik. Onları cesaretlendirdik! Soruyorum Allah aşkına: Bebek katili, bölücü, vatan haini olan bir kişi ile hiç pazarlık olur mu?!.. Olur ise, onun da haklı olduğunu “devlet” kabullenmiş olmaz mı?.. Yine soruyorum tüm yetkililere; o cani, emirlerini “İmralı”dan, malikânesinden verecek idi ise, niçin oraya koydunuz? Bıraksaydınız, lâyık olduğu yerde, dağda ininde yaşasaydı ya! Sevgili okurlar! Bu “açılım” denen tuzağa düşen devletimiz, 13 vatan evlâdının pusuya düşürülerek, şehid edildiği gün, Diyarbakır’da DTK tarafından “Özerklik Kararı ve İlânı”nı şimdi nasıl yorumlayacak?!.. Ayrı dili, ayrı başkenti, ayrı parlamentosu, ayrı güvenlik birimi ve ayrı coğrafyası olduğunu ilân edenler; meşenin dallarını size gösterip, has...tır çekenler, şimdi neyi kastediyor acaba?!.. Bunun sorumluluğunu kimler nasıl yüklenecek? Bunun cevabını tarih önünde kim(ler) nasıl verecek?!.. Sevgili okurlar! Hepimizin içi yanıyor elbette! Sağduyulu, soğukkanlı olmalıyız! Ama; böylesi millî ve hassas bir konuda duyarsız kalan, demokratik tepkilerini yeterince göstermeyen, sivil toplum kuruluşlarını, son o “vahim”olayları basit ve adî bir olaymış gibi geçiştiren basın-yayın organlarını, “malûm” yazar/çizer takımını da buradan sizlere havale ediyorum!.. Son sözümüz o dur ki; “Sahipsiz olan memleketin batması haktır!/Sen sahip olursan, bu vatan batmayacaktır!” Allah (c.c.), bu memleketi sahipsiz bırakmasın!.....
Adil YILDIRIM
14
TÜRKÇE SEVENLER LİSESİ;ÇERİKLİ LİSESİ!.. Kırıkkale’mizin Delice kazasına bağlı bir belde; Çerikli… Yozgat-Sivas karayolu ile Kayseri-Adana demiryolu, bu beldenin tam ortasından geçer. Diğer Anadolu insanı gibi aza kanaat eden, devletine ve milletine her şartta yürekten bağlı, bağrı yanık kişileri sinesinde barındıran mütevazi bir belde Çerikli!.. Bu günlerde yerel basında, adından sıkça söz ettiren bir belde Çerikli… Daha doğrusu Çerikli’yi gündeme taşıyan Çerikli Lisesi! Geçen günlerde, bu mütevazi güzide okulumuzun bir etkinliğine davetli idik. Kırıkkale Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Anafartalar Salonu’nda ortaya konan programın adı da bu güzel okulumuzun misyonunun bir özeti idi sanki!.. “Anadolu Sevdası!..” Kıymetli okurlar! Yukarıda da adından bahsettiğimiz, Anadolu’muzun küçücük, şirin bir beldesinde eğitim ve öğretim faaliyetini yürüten Çerikli Lisesi’nin 8 öğretmeni ve toplam 98 öğrencisi var. Lisemiz, aslına bakarsanız -geçen aylarda- kendi boyundan büyük bir projeye imza attı! Kendilerini “baba okul” olarak isimlendiren, birçok okulumuzu da kıskandıracak nitelikte “millî” bir kampanyayı başlattı. Son derece anlamlı bu kampanyanın adı da bir mesaj niteliğinde: “Benimle Türkçe konuşur musun?!..” Sevgili okurlar! Saygıdeğer okul müdürümüz Mustafa Ayhan’ın açılış konuşmasında ki; “'Çarşıda pazarda gezerken, Türkçe olmayan kelimeleri görünce, kendimizi sanki yabancı bir ülkede sanıyoruz…” sözleri hâlâ kulaklarımızda yankılanıyor!.. Günümüz Türkiye’sinde, güzel Türkçe’mizin içine düşmüş/düşürülmüş hâli, yürek burkan cinsten değil mi sizce?.. Çarşıda pazarda konuşulan dil, Türkçe mi?.. Büyük şehirlere gitmeye, bütün Türkiye’ye bakmaya gerek yok! Yaşadığımız ve milliyetçi-muhafazakâr kimliği ile öğündüğümüz Kırıkkale’mizin ana caddelerindeki mağazalarının vitrin ve tabelâlarındaki isimlere bir bir bakınız Allah aşkına!.. Sayınız, kaç tanesi Türkçe?!.. AB(D)’nin dayatması ile, sözde “açılım” rüzgarına kapılarak, “millîlik” adına ne varsa hemen her şeyimizi tartışmaya açtık! Böylelikle “bizi biz yapan” değerlerimizi de reddederek, aslında bir bakıma “bizler” “ayrıştırılma”dık mı?..   Bin yıllık kardeşliğimizi yok edecek “iki dilli hayat”a sizce ne demeli?!.. Bu proje kimin eseri?.. Farklı farklı diller de eğitim ve öğretim yapılarak, “millî birlik ve bütünlük” hiç sağlanır mı?.. Parçalanarak, bölünerek bütünleşmek dünyanın neresinde görülmüş?!.. Aziz okurlar! Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçe’yi resmi dil olarak ilânının 734. yıl dönümünü idrak ettiğimiz bu günlerde, “Türkçe’miz”in içerisine düşmüş olduğu tablo, ne yazık ki içler acısı!.. Batıl(ı) dostlarımıza(!) şirin gözükmek ve onlara karşı “Yüksek Sadakat”imizi ispatlama uğruna; güzel Türkçe’mizi de hafife alarak, bu Müslüman Türk milletinin İngilizce bir parça ile erovizyonda temsil edilmesine imkân ve fırsat veren devlet erkânına ne demeli?!.. Tek tesellimiz ve ümidimiz; bütün olumsuzluklara rağmen, bu memlekette hâlâ aramızda yürekleri “Türklük aşkı”ile çarpan ve “Türkçe’ye gönülden sevdalı”, “Türkçe seven insanlarımız”ın olması!.. Bu duygularla, böylesi anlamlı bir programın ortaya konmasına vesile olanları yürekten kutluyorum. Bir belde okulunun başlatmış olduğu kampanyaya destek veren, imkânlarını seferber eden, Kırıkkale Üniversitesi Türkçe Bölümü öğretim görevlileri ile öğrencilerine de şükranlarımı arz ediyorum. Programın ortaya konmasını sağlayan ve “Benimle Türkçe konuşur musun?” kampanyasını yerel ve ulusal basına taşıyan, başarılı bir ekip çalışması sergileyen okul müdürü Sayın Mustafa Ayhan’ı da buradan kutluyorum. Davetlilere müzik ve şiir ziyafetini tattıran, Murat Eryılmaz hocamız başta olmak üzere, Cemile Tığlı, Hakan Koyuncu ve emeği geçen bütün hocalarımız ile o güzelim sesi ve yorumuyla dinleyenleri başka alemlere götüren mahallî sanatçımız Nurhan İmer Hanım kızımıza da buradan teşekkür ediyorum. Programda görev alan ve son derece başarılı bir tablo sergileyen öğrencilerimizi de ayrıca tebrik ediyor, gözlerinden öpüyorum!... Sözlerimi Cenab-ı Allah bu milleti bir ve beraber kılsın diyerek, şairin şu dizeleri ile bitiriyorum: “Türklüğün vicdânı bir, Dîni bir, vatanı bir; Fakat hepsi ayrılır Olmazsa lisânı bir.”...
Adil YILDIRIM
12
BU GÜN 3 MAYIS Bundan tam 67 yıl öncesi… Tarih, 3 Mayıs 1944… Günlerden Çarşamba!.. Yer, Ankara adliyesi..Tarihinde ilk defa böylesi bir davaya şahitlik ediyordu Ankara adliyesi! Mahkeme salonunda ise, “idamla yargılanan” 23 vatansever Türk genci!.. Suçları, -hükümete göre- gizli cemiyet kurarak, iktidarı devirmek ve mevcut düzeni yıkmak!.. İş başındaki solcu hükümetin en büyük destekçileri ise masonlar ve komünistler! Milliyetçi Türk gençleri, suçlamaları şiddetle reddederler. Akıl almadık, akla hayale gelmeyen işkencelere tâbi tutulurlar. Zincirlere vurulur, vücutlarına elektrik verilir ve tabutluk adı verilen daracık odalara sokulurlar! 2000 mumluk ampullerin altında buralarda saatlerce tutularak, fizikî ve ruhî işkenceye maruz kalırlar. Beraat ettikten yıllar sonra bile bu işkencelerin izlerini vücutlarında taşırlar! Reha Oğuz Türkkan, bu tür işkenceler sonrasında sol gözünü kaybeder! Kıymetli okurlar! Yakın tarihimize “Türkçülük-Turancılık Davası” olarak geçen bu dava, yaklaşık üç yıl sürdü! Nihayet 3 mart 1947’de mahkeme, 23 milliyetçinin suçsuz olduğuna karar verdi!  Ve… Yıllar sonra da olsa adalet yerini buldu, tamamı beraat etti! Değerli okurlar! Aradan çok yıllar geçti. Bir çoğu aramızdan ayrılıp, gerçek aleme kavuştu. Milliyetçi düşünce sistemini gönüllerimize kazıyan bu 23 vatan evladını hatırlamak, hayırla yad etmek, rahmetle anmak kendisini “Türk” hissedenlerin boynunun borcu olsa gerek! Türk milliyetçilerinin gönlünde yaşayan bu 23 vatan evladının isimlerini bir kere daha buradan kısaca da olsa hatırlatmak isterim: Zeki Velidi TOGAN, H.Nihal ATSIZ, Alparslan TÜRKEŞ, Reha Oğuz TÜRKKAN, Hüseyin Namık ORKUN, Nejdet SANÇAR, Orhan Şaik GÖKYAY, Hasan Ferit CANSEVER, Fethi TEVETOĞLU, İsmet Rasin TÜMTÜRK, Cihad SAVAŞFER, Muzaffer ERİŞ, Zeki SOFUOĞLU, Hikmet TANYU, Said BİLGİÇ, Cemal Oğuz ÖCAL, Cebbar ŞENEL, Hazma Sadi ÖZBEK, Nurullah BARIMAN, Fehiman ALTAN, Fazıl HİSARCIKLI, Saim BAKRAK ve Yusuf KADIGİL. Sevgili okurlar! Sözlerimi siyasi hayatımıza milliyetçiliği bir aksiyoner hareket olarak kazandıran, büyük dava adamı rahmetli Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ’in şu tarihi sözleri ile bitiriyorum: “Diğer arkadaşlarımla beraber bana da vatan hainliği isnad edilmiştir. Bunu şiddetle reddederim. Ben yer yüzünde her şeyden çok milletimi ve vatanımı severim. Daima devletimin kabul ettiği prensiplere inandım ve onlara hürmetten ayrılmadım. Türk milliyetçisiyim, fakat iddia edildiği gibi ırkçı değilim…” Son söz: Günümüzde, Türk olup ta “Türküm” diyemeyen ve milliyetçiliği hâlâ ırkçılıkla bir görenlere ithaf olunur! Ne diyelim: Cenab-ı Allah, bu milleti korusun, yâr ve yardımcısı olsun!.....
Adil YILDIRIM
58
NEVRUZ BAHAR BAYRAMI Sevgili okurlar!.. Bu günlerde kutlamış olduğumuz “Nevruz Bahar Bayramı” özbeöz bir Türk bayramıdır. Nevruz, Türklerin ilk millî bayramıdır. Farsça “Yeni Gün” anlamına gelir. Temeli beş bin yıllık Türk tarihi kadar eskidir. Orta Asya’da yaşayan Türkler ile Anadolu Türkleri ve İranlılar da “Nevruz”; yılbaşı olarak kabul edilir. Bu gün de (21 Mart) gece ile gündüz eşitlenir. Rumî takvimde ise bu gün, 9 Mart’a rastlar. Bu günden sonra, havalar ısınmaya, karlar erimeye, ağaçlar çiçeklenmeye, toprak yeşermeye ve göçmen kuşlar da yuvalarına dönmeye başlar. Aynı zamanda 21 Mart; bütün varlıklar için, uyanış, diriliş ve yaradılış günüdür. Onun içindir ki bu güne Nevruz/YENİGÜN denmiştir. Geniş Türk coğrafyasında; Nevruz-i Sultanî, Sultan Nevruz, Sultan Navruz, Navrız, Mart Dokuzu gibi adlarla da anılır. Oniki Hayvanlı Türk Takviminde de Nevruzla ilgili bilgilere rastlanır. Kıymetli okurlar!..Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, “Nevruz” bir bakıma diriliş ve yaratılış günüdür!.. Kurtuluş günüdür!..   Yani “Ergenekon”dan çıkış günüdür!.. Bilindiği gibi Türkler; düşmanlarının baskısı yüzünden “Ergenekon” (Yeniyurt) adını verdikleri yeni vatanlarına çekilirler. 400 yıl kadar Ergenekon’da kaldıktan sonra bir 21 Mart günü demir dağları eriterek, bu yeni yurtlarından çıkarlar. Ve bir bozkurt onlara kılavuzluk eder. Türkleri eski atalarının yaşadıkları topraklara getirir. Türklerde atalarının intikamını düşmanlardan alarak, yeni bir Türk devleti (Göktürkler) olarak tarih sahnesine çıkarlar. Türkler de bu günden sonra her 21 Mart gününü “Kurtuluş Günü” olarak, bayram olarak kutlarlar. Bu günde Türkler, bir parça demiri ateşe salıp kızdırır. Önce Türk Kağanı, bu demir parçasını bir kıskaçla tutarak örse koyar ve çekiçle onu döver. Daha sonraları da beyler ve halk bu adeti tekrarlardı… Sevgili okurlar!.. Nevruz; yüz yıllardır dünya coğrafyasının değişik yerlerinde yaşayan Türklerin öteden beri kutlaya geldikleri “millî” bir bayramıdır. Bu günlerde Azeri, Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Uygur Türkleri ile, Anadolu Türkleri, Balkan Türkleri, Kırım ve Kuzey Kıbrıs Türkleri arasında büyük bir coşku ile “millî bayram” olarak kutlanmaktadır. Nevruz Bahar Bayramı bütün Türk dünyasına kutlu olsun!.. Sözlerimi daha önceki yıllarda yayınlamış olduğum “Gönülden Gönüle –Şiirler-” adlı kitabımda da yer alan bir şiirle bitiriyorum: TÜRK’ÜN BAHAR BAYRAMI Yirmi bir mart gelince Yurdu boğar sevince Türk’ün Bahar Bayramı Sultan Nevruz Bayramı O gün doğa uyanır Türlü türlü boyanır Çiçek açar ağaçlar Cıvıl cıvıl tüm kuşlar Koyun kuzu meleşir Tüm aşıklar dertleşir Ilık ılık yel olur Karlar erir sel olur Dirliğimiz azmasın Düzenimiz şaşmasın Dost-düşmanı bilelim Hep beraber diyelim: “Milletimiz var olsun Tanrı bize yâr olsun!..” Adil Yıldırım...
Adil YILDIRIM
28
YOZGATLILAR GECESİ Yozgadı sel almış, çamlığı duman Sıtgınan seviyom, billâhi inan Eller yârini aldığı zaman Ellerim goynumda galır bi zaman Vay vay anam, sürmelim vay!.. Sevgili okurlar!.. Yozgatlı olup ta bu türküyü söylerken/dinlerken yüreği titremeyen ve gönül dünyasında fırtınalar kopmayan Yozgatlı var mıdır bilmiyorum!.. Ben var olduğunu/olacağını tahmin etmiyorum. Varsa da ben rastlamadım… Aziz okurlar!.. Yozgat ili Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden birisidir. En az beş bin yıllık bir geçmişe sahip bu topraklar; Malazgirt Zaferinden (1071) sonra Türklerle tanışmış… Anadolu Selçukluları, İlhanlılar, Timur ve daha sonraları da Osmanlılar, bu topraklarda egemen olmuşlar. Yozgat; taşıyla, toprağı ile Türk yurdu, Türkmen yurdu olmuş!.. İlin asıl adı Bozoktur!.. Oğuzların “Bozok koluna mensup Türkmenlerin bu yörede ki ağırlığından dolayı Osmanlılar, bu coğrafyaya uzun süre “Bozok” demişler. Cumhuriyetin ilk yıllarında (1927) ise bu günkü ismini, yani Yozgat adını almış. Yozgat adının ortaya çıkışı konusunda ise, değişik söylentiler ileri sürülmekle birlikte yaygın olan kanaat şöyledir: Yozgat kasabasının bulunduğu yer, bir zamanlar ormanlık ve sürüler için elverişli bir yaylakmış.  Sürülerini otlatan aşiret reisi Ömer Cabbar (Çapanoğlu)Ağa’nın karşısına bir gün Hızır (A.S.) çıkıyor ve davar sahibi Cabbar Ağa'dan içmek için süt istiyor. Güler yüzlü Ömer Ağa, hemen oracıkta misafirine gönül hoşluğu ile sütü ikram ediyor. Hızır (A.S.) sütü içtikten sonra, çok memnun kalıyor ve Cabbar Ağa'ya,Çobanoğlu, yozuna yoz katılsın. (Yoz:Büyük koyun sürüsüne verilen mahalli ad) Memleketinin adı bundan gayrı, Yoz-Kat olsundiyor ve ortadan kayboluyor. Temeli böyle olan “Yoz-Kat” ise, dilden dile söylene söylene, bu günkü “Yozgat” halini alıyor… Kıymetli okurlar!.. “Toplum”u “millet” kılan ve uzun süreli ayakta kalmasını sağlayan en önemli unsur hiç şüphesiz sahip olduğu kültürüdür. Geçmişten günümüze kazandırılan maddi ve manevi değerlerin korunup yaşanması ve geleceğe aktarımıdır. Kültür, bir bakıma milletlerin aynası, onun sicili ve kimliği, yaşayış biçimidir… Sevgili okurlar!.. Geçen günlerde Kırıkkale’de yaşayan Yozgatlıların “Arabaşı Şöleni”nde idik!.. “Yozgatlılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği”nin düzenlemiş olduğu gece de yemek kültürünün, toplumsal kültüre olan etkisini hep birlikte yaşadık, gördük! Yaşlı ve tecrübeli aşçının hazırlamış olduğu hamur ve arabaşı çorbası çok nefisti. Davetliler, bol etli ve baharatlı sıcak çorba tasına kaşık sallarken, yüzlerindeki ortak sevinç ve mutlulukları görülmeye değerdi doğrusu… Programın sonlarına doğru bayan sanatçı sahnede “Yozgat Sürmelisi”ni yanık sesiyle söylerken, davetlilerin ruhları da başka başka diyarlara gitmişti çoktan besbelli!.. Buradan yöresel örf ve adetlerini “Arabaşı” bahanesi ile de olsa, bu tür gecelerde yaşatan ve maddi manevi kültürümüzün oluşmasına, nesilden-nesile aktarımına katkı sağlayanlara, -başta dernek yönetimi olmak üzere- emeği geçen herkese teşekkürü bir borç biliyorum!“Kişinin vatanı, doğduğu yer değil; karnının doyduğu yerdir” sözünden hareket ederek; “Kırıkkaleli” kimliğimle gurur duyuyor ve “Aslını inkâr etmeyen” bir “Yozgatlı” olarak ta geceye katılan-katıl(a)mayan bütün dostlarımıza da buradan en kalbî şükranlarımı arz ediyorum!.....
Adil YILDIRIM
44
BİZE ULAŞIN

Yenidoğan Mahallesi Mimar Sinan Caddesi 596.Sokak No: 5 Kat: 3 Kırıkkale

+90 (318) 224 34 34

bilgi@kalehaber.net

BİZİ TAKİP EDİN

Kalehaber I Kırıkkale Haber - Kırıkkale Son Dakika Haber Kırıkkale haber,Kırıkkale son dakika haberleri ve güncel Kırıkkale haberleri,güncel Kırıkkale nöbetçi eczaneleri,hava durumu,namaz vakitleri,cenaze ilanları ve vizyondaki sinema filmleri Kalehaber.net'de!

yüklenemedi

kalehaber.net, Anadolu Ajansı abonesidir.

© 2010-2023 Kale Haber Tüm Hakları Saklıdır.