Canım Kardeşim,

Günlerdir ülkece karanlık bir denizin sularında kulaç atıyoruz. Ellerimiz ayaklarımız birbirine karışarak... Bir kılavuza ya da ne bileyim en azından küçücük bir ışığa hasretiz. Hepimiz şaşkınlık içindeyiz aynı zamanda da acı doluyuz. Bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama iyice örgütlenmeden bu işi başarabilmek zor.

Yani sanma ki sen, yıkılmış bir kentin ayazında üşüyerek sabahı beklerken biz, gönül rahatlığıyla evlerimizde ısınabiliyoruz. Senin acıların, bizim de yüreğimizde bir kor ateş; boğazımızda yutkunamayacağımız demirden bir top oldu. Bu, depremin üzerinden geçen on ikinci gece. Hâlâ bölük pörçük uykularım. Ne zaman yatsam aynı kabus: Boyumca bir kavanoza hapsedilmişim. Kavanozun kapağı sımsıkı kapatılmış. Oksijen bitince boğulup yok olacağımı biliyorum. Un ufak olmuş duvarların gri tozları kavanozun içinde savruluyor. Burun deliklerim küle benzeyen tozları alıp veriyor. İçime kaçanlar boğazıma yapışıyor. Genzim yanıyor. Gırtlağımda beton parmaklar... Boğulur gibi oluyorum. Sonra öğürerek çamur kusmaya başlıyorum. Boyumca çamurdan bir yığın... Kabuslarla bölünen uykumdan sıçrayarak kalkıyorum. Günlerdir tek bir satır titreşmemişti zihnimde. İlk kez bugün birkaç satır karalamaya cesaret ediyorum.

Düşünüyorum; bir kentin sokakları, evleri, yolları kaybolursa orada yaşayanların anıları da kaybolur mu? Yıkıntılar arasında yakınlarını arayanlar kadar anılarını arayanlar da vardı. Bir kimlik, bir fotoğraf, bir saat, bir oyuncak... Kırık bile olsa... Soruyor biri, 'Çocukluğumuz nerede? Saçlarını taradığımız zeytin ağacı ve dallarındaki kuşlar nereye gitti? Bayramda elini öpmeye gittiğimiz akrabalar, top oynarken camını kırdığımız berber amca, her alışverişimizde poşetimize birkaç çikolata sıkıştırıveren tonton bakkal... Nerede ilk gençliğimiz? Buluşup tavşan kanı çayını yudumladığımız kafeler, omuz omuza film izlediğimiz sinema?.. Hani yumuşacık çimlerinde elimizi gezdirdiğimiz parklar, sevgilimizle buluştuğumuz otobüs durakları nerede? Nerede bugünüm! Eşim, dostum, çocuklarım?..' Anılar çığlık oluyor, ağıp gidiyor kızıl göğe.

Ekmeğin tatsız, suyun acı, yaşamanın utançlı olduğu öyle günlerden geçiyoruz ki bir daha hiçbir şey eskisi gibi olamayacakmış sanıyoruz. Zaman geçtikçe azalmıyor da katmerleşiyor sanki yaralarımız. Ülkenin en batısında bir yerde, sana yüzlerce kilometre uzakta olabilirim ama hissettiğim tam da bu. Birçok insan da senin acılarını en az benim kadar hissediyor. Buralarda yaşamak da öyle güllük gülistanlık değil yani. Bir fırına giriyorum örneğin, ekmekleri hemen soğutup paket yapacaklarını, sonra da sana yollayacaklarını söylüyorlar. Hava almak için indiğim parkta banklarda oturan insanların yüzlerini inceliyorum: Sonbahar yaprağı gibi sararmış yüzler, yaşadığımız yıkımdan söz ediyorlar. Otobüslerde sen, evlerde sen... Her yerdesin sen Canım Kardeşim.

Ve dünyayı güzellik kurtaracaksa halkımız, gönüllerinde bu güzelliğin olduğunu gösterdi. 'Sesimi duyan var mı?' diyordun ya. Seni tüm hücrelerimizle duyduk. Aklı fikri, yüreği birlik olan insanlarımızın dayanışması tek umudumuz oldu. KÖTÜLÜK YIKICI İYİLİK YAPICIDIR. Kötülüğün yıktığını iyilik ve sevgi onaracak, inanıyorum. Sana anılarını veremeyiz ama sevgimizi veriyoruz. Çokça...