Sevgili Şiir Perisi,
Yorgunlukların varlığımda nasıl ses çıkardığını duyuyorum. Kemiklerimdeki çıtırtılar, kulaklarımdaki uğultu, diz kapağımdaki yanma... Yazıya başlamak için gerekli olan ilk cümle bu muydu, hiç emin değilim. Sadece konu sana yazmak olunca öyle filtresiz, ilk düşündüğüm şeyi yazıverdim.
'Yaş otuz beş, yolun yarısı eder.' demiş şair ama ben asıl kırılmayı kırk yaşımda duydum. Bir tarafın deneyimlerle olgunlaşırken diğer tarafın çürümesi desem çok karamsar bulabilirsin. Kim bilir daha doğru ve güzel ifadeler de bulunabilir ama inan şu an sözcükleri de seçemiyorum. Kırkıma el sallayalı üç yıl oluyor. Her yıl bir önceki yaşı yana döne arıyor hem bedenim hem zihnim. Şimdi sadece kaygısızca gezmek, izlemek, dinlemek... Sorumlulukların birçoğundan kurtulmak ne iyi olurdu. Mesela bir su kenarında oturup suyu kendine ayna yapmak. Bir gün önceden ıslanmış dalların, yaprakların tozundan çıkan yıkanmışlığın kokusunu içine çekmek. Rüzgârın fısıltısına karışan serçelerin kanat çırpışına kadar doğadaki en küçük sesi duymak. Bütün bir maziyi fotoğraf albümü gibi dizlerime yatırıp sayfa sayfa çevirerek onunla hesaplaşmak. Sonra her şeyi yaşandığı zamana terk etmek. Yeniden, tüm çalkantılardan uzak bir yaşama adım atmak. Ruhumun artık bunlara ihtiyacı olduğunu hissediyorum.
En çok da bir avuç gökyüzüne ihtiyacım var. Evet, bunu da dün düşündüm. Akşamüstü sokağa indiğimde bacalardan göğe yükselemeyip evlerin arasında hapsolan soba dumanı ciğerlerimi yaktığında iyice anladım tenhalığa ihtiyaç duyduğumu. Ve inandım ki ruhum kadar bedenim de yalnızlık istiyor. İnsandan seyreltilmiş bir parça toprağa, bir avuç mavi göğe, yeşile ihtiyaç duyuyor. Yer yer taşları sökülmüş kaldırımda tökezleyerek yürürken bir bahçe özlemi belki de bu, diye düşündüm. Oysa her şey çok farklı olabilirdi, dedim kendime.
Dedim ya bu kırılma, hatta çatırdama kırk yaşımdan sonra böldü yaşamımı. Tüm dayanma kabiliyetim yavaş yavaş tükenmeye başladı. Yorgunluğa, uykusuzluğa, açlığa, gürültüye eskisi kadar dayanamıyorum. Dostlarla az mı beklerdik, geceyi sohbetlerle yıldızlayarak günün doğuşunu? Şimdi o günler ne kadar da uzak. 'İhtiyarlık asla iyileşmeyecek bir hastalık.' demiş Camus. Hak veriyorum bu söze. İnsanın doğal olanı, yaşamla geleni kabullenmesi gerekir, kabullenmeli de fakat beni asıl üzen yeterince okuyup yazamamak. Kendime ait bir zamana o kadar ihtiyacım var ki. Bu yüzden yorgunluğa ve uykusuzluğa dayanamamaktan şikayetim. Geceler, okuyup yazmak için hep bana aitti bir zamanlar.
...
II. DUYGU HARMANI
Her neyse Şiir Perisi,
Günler öncesinden başladığım yazıyı ancak bugün düzenleyebiliyorum. Mektuplar da günlüklere benziyor biliyor musun? O zamanki hisler neyse mektupta da günlükte de onlar kalıyor. Duygular değişmiş olsa da okuyana yazdığın günkü hislerin geçiyor. Yağmurlu ve kasvetli bir günde başlamıştım bu yazıya. Karanlık bir gündüzdü. Eve gidip battaniye altı düşlemekteydim. Şemsiyem dakikalarca yağmurla kamçılandı. İnat ettim binmedim otobüse. Islak paçalarla içeri girip bu son bölüme kadar yazdım. Bir haftadır defter benimle geziyor. Bir haftalık sürede duygularım da değişti. O kasvetten çıkıp dün Karaburun'a güneşe, bir demet nergis kokusuna, denize kavuşunca inanılmaz güzel bir duygu harmanlanması yaşadım. Bir yanda da sevdiklerim ve sevildiğimi bilmek...
Kim bilir zamanla daha ne duygular serpilecek yazdıklarıma?
Senin yaşamına da en çok sevgi serpilsin diliyorum. Sevgiyle kal...