Çağımızın güncel tartışmaları arasında “kadın hakları” ve “kadın-erkek eşitliği” önemli bir yer tutmaktadır. Tarih, maalesef kadınların hak arama mücadeleleri ile doludur. Türkler tarihleri boyunca kadına hep değer vermişler ve onu yüceltmişlerdir.  Türklerin en fazla inandıkları ve güçlü buldukları Tanrı’nın adının “Ana Tanrıça” olması gerçekten ilginçtir. Doğum, iyilik ve aşk gibi “güzel” olan her konunun üzerinde bir “Tanrıça” ismi vardır.  Devlet işlerinde ki buyrukların kabul  olması için, “Hakan ve Hatun Emrediyor ki” sözleriyle başlaması gerekirdi. Atilla, elçileri karısıyla birlikte kabul ederdi. Eski Türklerde evlilik kurumunda, “tek kadın ” esastı. Ailede mal-mülk tümüyle ortaktır.  Bilge Kağan Orhun kitabelerinde Türk kadınına şu şekilde hitab eder;“Sizler Anam Katun, Büyük Annelerim,Hala ve Teyzelerim,Prenseslerim…”  Dede Korkut’ ta kadının aile yapısındaki yeri konusunda kendine özgü bir sınıflandırma vardır. Aile her bakımdan kadının yönetimindedir.  Arap gezgini olan ibn’i Batuta Türk yurtlarından bahsederken şöyle der  “Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türkler’in kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür.”  Yusuf Has Hacip’in 1069 yılında yazdığı “Kutadgu-Bilig” adlı eserdir. Bu eserde de kadın ve kızın değerinden “nadir” deyimi ile söz edilir.  Ziya Gökalp’e göre eski Türklerde Evin erkeğine “ev ağası” denildiği gibi, evin hanımına da “ev hanımı” denirdi. Şölenlerde, kengeşlerde, kurultaylarda, ibadetlerde ve ayinlerde, harp ve sulh meclislerinde hatunda mutlaka hakanla beraber bulunurdu.”  Tarihte “Devlet Başkanlığı” yapan ilk kadınlarda Türklerdir. Mesela Delhi Türk Devleti’nde Raziye Sultan, Kirman’da Kutluk Türk Devleti’nde Türkan Hatun gibi.  Türkler İslamiyet’e girişleriyle birlikte, bir taraftan kendi örf ve adetlerini muhafaza etmeye çalışırken, Arap ve istila ettikleri yerlerdeki Fars, Bizans ve Avrupa ülkelerinin kültürünün de etkisi altında kalmışlardır. Bu kültür karışımı içerisinde elbette ki Türk kadınının statüsünde de değişmeler olmuştur.  Selçuklular’ ın X. Yüzyılda Anadolu’ya gelişlerine kadar, İslamiyet’in tesirlerine rağmen, Türk kadını aktiftir.  Birinci Dünya Savaşı Osmanlıların yenilmesi ve ardından başlayan Kurtuluş Savaşı, sırasında çok sayıda kadın cepheye giderek, erkeklerin yerine işçi ve memur olarak çalışma hayatına girmişlerdir.  “Dünyada hiçbir milletin kadını, “Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim” diyemez. Sözü ile Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı verirken güç aldığı, yardımını gördüğü Türk kadınını hiç unutmamıştır.  Türk kadını seçme ve seçilme hakkını 1934’de elde ederken bu hak medeniyetlerin beşiği olduğu iddia edilen Avrupa ülkelerinden Fransa ve İtalya’da kadınlara 1946’da, İsviçre’de ise 1971’de tanınmıştır.  Günümüzde maalesef toplum ne kadar ilerlemiş olursa olsun, kadına karşı uygulanan haksızlıklar devam etmektedir.  Üstelik kadına uygulanan şiddetin inançlı, inançsız, eğitimli, eğitimsiz, kültürlü, kültürsüz hiç fark etmemektedir. Kadına kalkan eller, uygulanan şiddet insanlıktan nasibin alınmamasının göstergesi olsa gerek.  Kadına, annemiz, kız kardeşimiz, yarimiz penceresinden baktığımızda kadına karşı daha saygı insanca muamele edilir diye düşünüyorum.