' ZAFER, 'BENİMDİR' DİYEBİLENLERİNDİR'_ demişti büyük önder Atatürk...
Tekrar dirilişin , ayağa kalkışın, yeniden varoluşun destanı olan BÜYÜK TAARRUZUN ardından...
Yokluk içinde, tam bitti denilirken, küllerinden yeniden doğan bu vatan evlatlarının kanlarıyla yazılmış bir kahramanlık destanıydı bu. Hem de öyle böyle bir destan değil. Kitaplara sığmayacak kahramanlıkları, asırlarca konuşulacak şekilde...
Ağustos ayı, zaferlerle dolu şanlı bir dönemi hatırlatır her daim bizlere...
1071'in 26 Ağustos'unda, Sultan Alparslan'ın Anadolu kapılarını Türklere açıp kazandığı zafer, tekrar bizi Anadolu'dan çıkarmak isteyen Haçlının, Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından 30 Ağustos 1922'de denize dökülmesiyle tekerrür etmiştir...
Bu kutlu zafer bu büyük taarruz nasıl gerçekleşmişti hatırlayalım.
1919 yılında Birinci Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine dayanarak türlü bahanelerle Anadolu'yu işgale başlamışlardı. Ordumuzun cephanesi elinden alınarak zor durumda bırakılmaya çalışılıyordu...
O işgal yıllarında, itilaf donanması İstanbul'a, Fransızlar Adana'ya, İngilizler Urfa, Maraş, Samsun ve Merzifon'a, İtalyanlar, Antalya ve Anadolu'nun güneybatısına yerleşmişlerdi.
15 Mayıs 1919'da İtilaf Devletlerinin izniyle Yunan Ordusu İzmir'e çıkarma yaptı. Bu durum karşısında Türk milleti, tarih boyunca gösterdiği ''millet olma bilinci'' içerisinde işgallere karşı Kuvayî Milliye hareketini başlattı.
İki seçenek vardı;
Ya işgal güçlerine teslim olunacak ya da yıkılan, yakılan bir ülke...
Yılmaz evlatlarının azmiyle yeniden ayağa kalkacak ve küllerinden doğacaktı.
1920'de TBMM'nin açılması üzerine işgal güçleri tüm baskıcı politikalarını Atatürk ve silah arkadaşları üzerine yoğunlaştırmıştı. Özellikle Batı Cephesi'nde hareketlilik başlamıştı. Yunan ordusu Polatlı'ya kadar dayanmıştı.
Yunan ordusunu püskürtmek, daha birkaç yıl önce ''Çanakkale geçilmez'' sözünü tarihe altın harflerle yazdıran vatan evlatlarına düşmüştü...
Sakarya'da 22 gün 22 gece süren kanlı çarpışmaların ardından düşman durdurulmuştu. Fakat ordumuz bir hayli yorgun düşmüş, yeniden toparlanma süreci gerekiyordu. Bu süreç biraz uzayınca, mecliste homurdanmalar başlamış, Mustafa Kemal'in de başkomutanlığı yeniden sorgulanır olmuştu. 4 kez oylamaya sunulan başkomutanlık, meclisten yeterli oyu alamayınca da iptal edilmişti.
Bunun üzerine Mustafa Kemal de nutukta şöyle bir konuşma yapar:
'Bu dakikada ordu komutansızdır. Eğer ben, orduya komuta etmeyi sürdürüyorsam, yasaya aykırı olarak komuta ediyorum. Düşman karşısında bulunan ordumuz, başsız bırakılamazdı. Bunun için bırakamadım, bırakamam ve bırakmayacağım.”
6 Mayıs 1922’de Mustafa Kemal’in mecliste yaptığı konuşma üzerine yapılan oylama sonucunda Mustafa Kemal’e verilen Başkomutanlık görevinin süresiz olarak uzatılması kabul edildi.
Bu yetki geri verilmişti...
ÇÜNKÜ ordu komutansızdı.
ÇÜNKÜ Mustafa Kemal savaş dâhisiydi...
ÇÜNKÜ Mustafa Kemal'in akla zarar taktikleri düşmanı alt edebiliyordu...
Ve en önemlisi de tarifsiz bir vatan sevgisi vardı yüreğinde...
Tekrar ordunun başına geçen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bir yıl kadar süren hazırlık döneminden sonra 26 Ağustos 1922'de Büyük Taarruz'u başlattı.
Tarihimizin zaferle taçlandırıldığı, kısıtlı imkânlarla kazanılmış bu savaş hâlen haçlı dünyasını rahatsız etmektedir.
Ama ne acıdır ki, Yunanlıların, Fransızların galip gelmiş olmasını temenni eden, ecdadımıza hakaretler içeren brifinglere alkış tutan güruh ve bunun yanısıra, müslüman dediğimiz islam ülkelerinin haçlı ordularıyla ittifak etmeleri en büyük üzüntümüz olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
'Biz tarihimizin ışığını takip edersek eğer, ufkumuz zaten aydınlık olacaktır!'
'Her daim muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur!'
BÜYÜK TARRUZUMUZUN ZAFERİ OLAN ZAFER BAYRAMIMIZ, ' ZAFER BENİMDİR' DİYEBİLEN HERKESE ARMAĞAN OLSUN.