Ávilalı Teresa (1515- 1582) İspanyol Katolik rahibe, mistik, kilise doktoru. Azize Teresa ismiyle bilinir. Asil bir aileden. On iki yaşındayken annesini kaybetti. Güzelliği ile ünlüydü. Kuvvetli görünüşüne rağmen sağlığı iyi değildi. Yoksulluk, yalnızlık ve münzevi bir yaşamı disiplin haline getiren manastır yaşamı benimseyip yirmi yedi yıl Karmel Tarikatı'nın kurallarına uyarak yaşadı, bu tarikatı reforme etti, ayrıca otuz iki manastır kurdu.En mükemmel şekilde tanrının yolundan gideceğine söz verdi. Ömrü boyunca yazılar kaleme alan, değerli mistik eserler bırakan, kadın kişilikler içerisinde en ünlüsüdür.Yaşam öyküsünün anlatıldığı otobiyografisi olan “İçimizdeki Şato” başyapıtıdır. Mükemmellik Yolu, Mektuplar, Haykırışlar, Tanrı Aşkı Üstüne Düşünceler ve İlahiler gibi eserleri olan Teresa’nın “tanrı, soylu ruh, insan ruhu ve kutsal yaşam” hakkındaki görüşleri:
“Tanrının suretinde yaratılmış soylu ruh göz kamaştırıcı billurdan oluşan tek parça bir kristalden ya da elmastan yapılmış bir şatodur ve bu şatonun merkezinde eşsiz güzelliğe sahip ışık kaynağı olan yüce Tanrı oturmaktadır. Bu şatonun içinde çok sayıda oda bulunur. Bu odaların kimisi yukarı katlarda, kimisi aşağı katlarda, kimisi ise yan bölmelerdedir. Odaların en merkezi yerinde bir ana oda bulunur, bu odada Tanrı ile ruh arasında çok mahrem şeyler vuku bulmaktadır.
Çok güzel ve görkemli insan ruhu da Tanrı'nın belirttiği gibi onun benzerinde ve suretinde yaratılmışbu billur şatonun bir parçasıdır.Şatonun çeşitli bölmelerinde bulunan katlar merkeze uzaklıkları oranında bu göz kamaştırıcı parlaklıktan paylarını alırlar.Doğru yoldakilerin ruhu Rabbin mutluluk duyduğu ve kendisinin de belirttiği bir cennete kavuşur. Ruhların bakımına özen göstermeyenler ne yazık ki bu yaşamda bile tanrının bize bağışladığı, yararlı lütuflara kavuşamaz. Kavuşmanın yolu bu şatoya girmekle sağlanır. İbadet bu şatonun kapısıdır.
Yaratanla yaratığı arasında belirli bir mesafe vardır, ancak ruhun tanrınınsuretinde olması yeterlidir. Hayal meyal bir ruhumuz olduğunu biliyoruz ya da inancımız bize bir ruhumuz olduğunu söylüyor.Ne var ki içeresinde oturan konuğu olan bizlerbu ruhun içerdiği zenginlikleri, paha biçilemez değeriniçok az düşünüyoruz.Bu yüzden ruhun güzelliğine özen göstermiyoruz. Tüm dikkatimizi bu elmasın kaba yuvasına ya da bu şatonun çevresine yani bu ölümlü bedene veriyoruz. Tanrının lütfunu kazanamayanlar elleri ve ayakları olmalarına karşın, onları kımıldatamayan felçli kötürüm insanlara benzerler. Dış işlerle meşgul o kadar çok hasta insan var ki bu insanları bu işlerinden çekip çıkarmak mümkün değildir. Bu insanlar kendi içlerine giremezler; belirli bir güçsüzlük içindedirler ve şatonun çevresindeki sürüngenler ve hayvanlarla uzun süre birlikte olmanın sonucunda neredeyse onlara benzerler.Tanrı insan ruhunu soylu yarattı. Soylu yaratılmış kişiler Tanrı'yla bile konuşabilecekken, kendilerini bir güçsüzlük içinde bulurlar.Bu kişiler bakışlarını kendi içlerine çevirip kendi zavallı durumlarını anlamak amacıyla bir çaba göstermez ve buna bir çare bulmazlarsa, arkasına bakan Lut'un karısı gibi tuzdan heykellere dönüşürler.
Sadece doğru yoldaki insanlar bu şatonun içerisine girebilirler.Kölesiyle nasıl konuşuyorsa Tanrı'sıyla da aynı şekilde konuşan, iyi mi kötü mü konuştuğuna dikkat etmeyen, ağzına gelen ya da ezbere öğrendiklerini söyleyen kişininibadeti sayılmaz. Tanrı'nın kendisi olan Yaşam'ın diri sularında dikilmiş bu yaşam ağacının, bu eşsiz güzellikteki şatonun, kısacası bu ruhun büyük günah içine düştüğünde aldığı görünümü zifiri karanlıklardan daha koyu bir karanlıklara benzer.
Ruha güzellik ve göz kamaştırıcı parlaklık veren güneş bir kristal güneşin parlaklığını yansıtır.Aynı ruhun merkezinde olan tanrısal ışıktan yararlanamayan ruhlar onun ışığına katılamaz.Karanlığın nedeni budur, başka bir neden aramayalım. Büyük günah durumunda hiçbir şeyin ona yararı dokunamaz, tanrıyı memnun etmekten çok şeytanın hoşuna gider.Çünkü şeytan karanlıktır, zavallı ruhlar şeytanla tek ve aynı karanlık olur çıkar.
Erdemlerimizin erdem niteliğine kavuşması çabalarımıza bağlıdır. Tanrıdan çıkmayan,ondan ayrı olarak gerçekleştirilen hiçbir şey ona hoş gelemez. Son derece berrak bir kaynaktan pırıl pırıl akarsular çıkar. Nur içindeki bir ruh da aynen böyledir. Nur içindeki birinin yaptığı işler gerek insanlara gerek Tanrı'ya hoş görünür, çünkü bu işler ruhun içinde bulunduğu o yaşam kaynağından gelir. Böyle biri aynen sular arasına dikilmiş bir ağaç gibidir. Lezzetli meyvelerini, yeşilliğini, besinini o sulara borçludur. Onlarsız ne taze kalabilir ne verimli olabilir. Kendi yüzünden bu yaşam kaynağından uzaklaşıp son derece pis kokulu karanlık sulara yerleşen bir ruhtan sadece pislik ve iğrençlik çıkar. Bu dünyada sonsuz acıları beraberinde getiren günahtan büyük kötülük yoktur.
Tanrı bir insanın kendi kendisini tanımaya çalışmasını sağlayarak ona büyük bir iyilikte bulunmuş olur. Cennetin en yüksek katlarına çıkmış olsanız bile bu dünyada yaşadığımız sürece bize alçakgönüllülükten daha yararlı bir şey yoktur. Şu hâldeöteki odalara uçmadan önce, kendini tanımaya çalışılan odaya girmeye çabalamak çok iyi ve çok güzel bir şeydir. Çünkü öteki odalara götüren yol buradan geçer. Düz ve güvenilir bir yolda yürümek varken uçmak için kanat istemek niye? Bu yolda daha çok ilerlemeye çalışalım. Ancak, Tanrı'yı tanımaya çalışmadıkça, hiçbir zaman kendimizi tanımayı başaramayız. Tanrı'nın yüceliklerini göz önüne alarak kendi zavallılığımızı, Tanrı'nın arılığını göz önüne alarak kendi pisliklerimizi, Tanrı'nın alçakgönüllülüğünü göz önüne alarak ne kadar kendini beğenmiş olduğumuzu görebiliriz.”