Havaların iyice ısınmasıyla içerilere sığmaz olduk. Bağımız bahçemiz olmadığından güneş gelene kadar söğüt altı gölge olmasa bile, şırıldayan dere sesi olmasa da kaçar yerimiz oldu balkonumuz.
Saksıdaki bir iki dallı gülümüzü sulayıp, yerleri de ısladığımız zaman sıcaklardan kısmen de olsa kurtulduk gözüyle bakıyoruz.
İşte bu sabah sohbetlerinde konu ne kadar inandığımıza geldi. Neye ne kadar inanıyoruz.
Sonda yazacağımı başta yazayım.
İmanımız itikadımız eksik. Başka şeylere tam olan bu inancımız Allah’a inanca gelince zayıflıktan kemikleri sayılır duruma düşüyor.
Yok; öyle değil! Ben Allah’a kayıtsız şartsız tam olarak inanıyorum ve bu inancımı da hayatıma aktarıyorum diyen var mı?
Ateşin yaktığına inanıyoruz. Elimizi ateşe sokarsak yakacağına imanımız tam olduğundan yanan sobaya elimizi sokmayız değil mi?
Yüz km hızla kullanmamız gereken arabaya iki yüz km basarsak elimize direksiyonu (tabi alacağımız bir el kalırsa) elimize alacağımızı bildiğimizden asarımızı aşmadan kullanırız.
Yada hızla gelen trenin raylarında düşmeden yürüme yarışmasının tren sesi gelene kadar olduğunu bilir, gelen sesle uzaklaşır raylarda yürüme inadını sürdürürsek sonumuz olacağını biliriz.
Kaç kişi atış poligonunda hedefte durma cesaretini gösterir. Atış yapana ne kadar güvenirse güvensin yapacağı bir hatanın sonu olacağına kayıtsız şartsız inanır.
Aslanın yırtıcı olduğunu bilir kafese girmez, denizin dibinin karanlık olduğuna iman eder dalmaz, kanatsız uçulamayacağına inancı eksiksiz olduğundan kendini boşluğa bırakmaz insan.
Ama;
Allah’a inancım tam deriz. Cennete inandığımızı, cehenneme inandığımızı, Yaradan’ın mutlak güç olduğuna iman ederiz.
Ancak iş bu imana uymaya gelince amelimiz ve sözümüz bir birini asla tutmaz.
İnandığımız Allah(cc) bize haram yeme der yeriz, kul hakkına girme der dik alasını yaparız, emanete ihanet etme der elimize geçince kökünü kuruturuz, içki, kumar, zina, faiz gırla gider.
Hele bir günah var ki evlere şenlik. Nerdeyse gıybet seansları düzenler, toplu olarak iftiradan gıybete gezinir dururuz.
Bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu söyleriz, cennete inanır, cehennemdeki ateşe inanırız.
Ancak elimizi mumun ateşine bile yaklaştırmazken cehennem ateşinin harından korkmayız. Yada korktuğumuzu söyler ama bir gün buna maruz kalacağımız için şunu yapmayalım demeyiz.
Peki neden?
İşte en başta dediğim gibi imanımızın inancımızın eksiklinden.
Sokakta açık kapalı, yaşlı genç, kadın erkek, birini çevirip “Sen Allah’a inanmıyorsun, Resulullah(sav)’ı sevmiyorsun, din iman nedir bilmiyor Rabbine iman etmiyorsun” deseniz galiba en hafif anlamda çok güzel hakaretler alırsınız.
Ama aynı kişilere bir ölçüm aleti olsa yirmi dört saat içinde, hırsızlık, arsızlık, kul hakkı, eşine saygısızlık, komşusuna zulüm, akrabalarına yardım, gibi günahlarını bir ölçsek kim bilir neler çıkar.
E ne oldu? Hani biz inanıyor ve iman ediyorduk.
İnandığımız Allah bize neyi emrediyor, din neyi emrediyor ve neyi vadediyor, yapmazsan neyle tehdit ediyor. Biliyoruz değil mi hepsini?
Peki neden elimizi ateşe sokup, uçaktan atlayınca ne olacağını bildiğimiz ve inandığımız gibi Allah’ın emirlerine itaat etmiyoruz.
Hülasa lafın kısası;
İnancımız tam, itikadımız eksiksiz, imanımız ölçüsüz derken ne büyük yalan söylüyor, nasılda Yaradan’ı kandırmaya çalışıyoruz değil mi?
Hadi kapatın gözlerinizi bir dakika düşünün, inanıp iman ettiğiniz rabbinize gerçek inancın neresindesiniz.
Muhabbetle…
YALANCININ TEKİYİZ
Fatih ENSAR
Yorumlar