“Benim sahabem gökteki yıldız gibidir. Hangisine tutunursanız kurtuluşa erersiniz"
“Yıldız” olma özelliğinde olan bütün yıldızlar eşit oldukları halde, aralarında büyüklük ve küçüklük itibariyle farklılıklar bulunduğu gibi, sahabeler arasında da yıldızlar gibi fazilet ve mertebe noktasında elbette farklılıklar olacaktır. Bazısı İslâmiyet’le daha önce şereflenmiş. Hizmette diğerlerini geçmiş, bir kısmı adalet ve idarede hepsinin üzerine çıkmış, bir diğeri yumuşak huy ve cömertlikte daha ileri gitmiş, bir başkası ilim ve kahramanlıkta diğerlerini geçmiştir.
Bizim ölçülerimiz her şeyden önce elbette Kur’an ve sünnettir. Kitap ve sünnetten sonra sahabeler önemli bir referans kaynağımızdır. Çünkü onlar her şeyi veya lüzumlu bilgilerin önemli bir kısmını doğrudan vahiyden, Hz. Peygamber (asm)'den öğrenme imkânını bulmuş bir güzide cemaattir.
Abdullah bin Cübeyr (r.a.)
Hz. Abdullah, İkinci Akabe Biatı’nda bulunmuş, hicret ettiği takdirde Resulullah’ı hayatı pahasına koruyacağına dair söz vermişti. Putları hiç sevmezdi. Sehl bin Hüneyf (r.a.) ile birlikte geceleyin müşriklere ait tahtadan yapılmış putları kırarlar, yakmaları için sahabelere getirirlerdi.
Hz. Abdullah, İslam’ın kahraman bir mücahidiydi. İyi ok atardı. Peygamberi-mize itaatte kusur etmezdi. Peygamberimiz (a.s.m.) bunu bildiği için Uhud Savaşı’nda onu 50 kişilik okçu birliğinin başına kumandan tayin etti. Okçulara da şu tavsiyede bulundu:
“Bizi arkamızdan koruyunuz, sakın yerinizden ayrılmayınız! Bizim öldürül-düğü¬mü¬zü görseniz de yardımımıza koşmayınız. Ganimet topladığımızı görse¬niz de bize katılma¬yınız. Kuşların bizi kapıştığını görseniz de, ben size haber göndermedikçe sakın yerinizden ayrılmayınız. Siz yerinizde durmazsanız biz galip olamayız.”
Peygamberimiz bu emrini bir defa daha tekrarladı. Sonra da bunu tebliğ ettiğine dair Allah’ı şahit tuttu.
Biraz sonra da savaş başladı. Başlangıçta İslam ordusu büyük bir galibiyet el-de etti. Müşrikler kaçışmaya, Müslümanlardan bir kısmı da ganimet toplamaya başladılar. Bunu gören okçulardan bazıları:
“Ne duruyorsunuz?! Allah, düşmanı bozguna uğrattı. Kardeşleriniz ganimet topluyor. Siz de ganimet toplayınız.” di¬ye bağırmaya başladılar.
Başta kumandanları Abdullah bin Cübeyr (r.a.) ol¬mak üzere içlerinden çok azı, Resulullah’ın emirlerini hatırlatarak bunun doğru olmadığını, Allah’a ve Resul’üne itaat etmek gerektiğini söyledilerse de dinlete¬mediler. Diğerleri:
“Biz, vallahi gidip ganimetten nasibimizi alacağız.” dediler. Ve vazifelerini terk ederek ganimet peşine koştular. Hz. Abdullah’la birlikte 10 kişi sebat etti.
Halid bin Velid o sırada henüz Müslüman olmamıştı. İyi bir kumandandı. Sa-vaş taktiklerinde çok başarılıydı. Okçular orada bulunduğu müddetçe muvaffak olamayacaklarını biliyordu. Önce okçuların tamamen susturulması gerektiğine inanıyordu. Tepenin gerisine çekilerek, okçuların bir açığını yakalamak için fır¬sat kollamaya başladı. Çoğunun tepeyi terk ettiğini görünce de hemen harekete geçti.
Abdullah bin Cübeyr (r.a.), müşrik süvarilerinin üzerlerine geldiğini görün¬ce, yanın¬da kalan 10 sahabeye, açılıp yayılmalarını, düşmanı öyle karşılamalarını emretti. Mücahitler saf hâlinde dizildiler, müşrikleri oka tuttular.
Hz. Abdullah büyük bir mahcubiyet içerisinde düşmana ok atıyordu. Tepeyi terk eden okçuların mesuliyetini bütün ağırlığıyla üzerinde hissediyordu. Bir ara düşmana atacak ok kalmadığını gördü. Mızrağıyla hücuma geçti. Birkaçını yaraladı. Mızrağı kırılınca kılıcını sıyırdı. Kanının son damlasına kadar müşrik¬leri oyalamak istiyordu. Neticede müşrikler vücudunu delik deşik ettiler. Böy¬lece Abdullah bin Cübeyr (r.a.), ölüm pahasına Resulullah’ın emrini yerine getir¬miş ve şehadet mertebesini kazanmıştı.
Allah ondan razı olsun.