Yeşil tabanlı gül desenli halının üzerine oturmuş elindeki kitabı okuyordu. Yorgunluktan olsa gerek bir süre sonra gözkapaklarına hâkim olamamıştı. Elindeki kitabı bırakmadan başı göğsüne doğru düşmüş, uyku ile uyanık kalma arasında bir hal ile kendinden geçmişti. 
Genişçe meydanı, altında iki üstünde iki odası bulunun iki katlı evin, kerpiçten yapılma duvarlarını kireç ile boyadığından daha bir temiz görünen hanesine bir yanını yaslamış, üzeri ağaç dalları ile kaplı gölgeliğinde oturuyordu yaşı kırklardaki adam.
    Aslında kapısının herkese açık olduğu herkesçe bilinen avlunun tahtadan yapılma, bir yanı sabitlenmiş kapısında beliren üç kişi içeri girmek için gölgelikte dinlenen beyaz giysili, düzeltilmiş sakalı ve elindeki kırılması güç ağacın incesinden yapılma sopası ile yere şekiller çizen adamdan izin istedi.
    Oturduğu yerden eli ile işaret ederken bağdaş kuran vaziyete gelen adamın yanına oturan kişilerin hiçte dostça olmadıkları her hallerinden belli oluyordu.
    Birkaç dakika sessizlikten sonra sözü alan kaba sakallı, başındaki sarık ile ayağındaki çarık aynı renge gelmiş adam alaycı şekilde gülerken birazdan söyleyeceği şeye çok şaşıracağından emin gibiydi.
    “Senin her şeyine kefil olduğun, toz kondurmadığın arkadaşın var ya işte o bugün neler anlatıyormuş bir bilsen herekse”
    Ne anlatıyormuş demesini veya kimmiş benim o laf ettirmediğim arkadaşım demesini bekliyordu ama tertemiz kıyafeti içinde vakarlı duruşunu hiç değiştirmeden bekleyen adamadan ses çıkmayınca kendiliğinden devam etti;
    “ Senin ki; bir gecede Mescidi Aksa’ya oradan da gökyüzüne yükseldiğini anlatıyor. Tekrar aynı gece buraya geldiğini de söylüyor.”
    Onun bu alaycı sözlerine diğer iki hırpani kılıklı adamlar katıla katıla gülmeye başlarken vakur duruşlu adamın;
    “Bunu O mu söyledi.” Dedi.
    Şımarık ve alaycı gülen adamlardan bir diğeri bu küstahça gülüşe iştirak edeceğini düşündüğü için “Evet evet iyice aklını kaybetti bu” diyerek ondan onay beklercesine gülmeye devam etti.
    Ancak gerçek dost sadık ve Sıddık adam arkadaşı için;
    “Vallahi o demişse doğrudur” 
    Diyerek bu üç kişiye gerekli en güzel cevabı vermiş ve onların arkalarına bile bakmadan avludan çıkışlarını izlemişti.
    Biraz sonra toparlanmış bembeyaz elbisesinin altına bembeyaz çarığını giymiş ve yarı açık kapıdan çıkıp Mekke sokaklarına girmişti.
    Karşılaştığı kişilere arkadaşını sormuş ve Safa tepesine doğru giden yolda bulunan sohbetleri ile kendisine inananların toplandığı darulerkam da olduğunu öğreniş oraya yönelmişti.
    Kapıya yaklaştığında içeriden : “−Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim… Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibril -aleyhi selam- beni götürdü. Dünya semasına kadar geldik…”
    Tüm anlattıklarını ilgi ile dinledi.
    Ağır adımlarla içeri girdi ve selam verip arkadaşının yanına oturdu. Herkes ondan birkaç söz belerken o elini arkadaşının eline koyarak;
    “ Ben sana inanıyorum. Kim şüphe duyarsa duysun. Anam baba sana feda olsun. Sen diyorsan doğrudur”. Demişti de o an içinde şüphe duyan kimler varsa bu söz ile kendine gelmiş ve el emin sıfatına haiz Allah resulü Hz. Muhammed Mustafa(sav)yı tasdik etmişti.
    …
    Birden sıçradı elindeki kitabın düşmek üzere olduğunu anlayıp uyandı uykusundan.
    Neler olduğunu anlamak üzere etrafına baktı. Biraz önce gördüğü rüya mı yoksa hayal mi anlamaya çalıştı. 
    Okuduğu kitabın etkisinde kaldığını anladı. 
    Daha sonra efendimize yol arkadaşı olacak, en yakın dostu ve efendimizin “…Şüphesiz, Nebiler ve Peygamberlerden sonra, Ebu Bekir'den daha faziletli birisi üzerine güneş doğup batmamıştır." Buyurduğu Hz Ebubekir’in hayatını okuyordu. Peygamber efendimiz Hz. Muhammed(sav)dan sonra halife olacak bu büyük sahabenin hayatının ne anlamlı olduğunu düşündü.
    Sonra ağır hareketlerle kalkıp, kitabını çantasına koydu. Birkaç adım ötedeki zemzem çeşmelerinden birinde abdest alıp, koca bir bardak içti. Adeta içi yanmıştı gördüğü rüya ile.
    Ve
    Kâbe’ye doğru yürümeye başladı kalabalığın içinden geçerek. 
    Önünde efendimiz ve ardında dava ve yol arkadaşı cennet kardeşi Hz Ebubekir vardı. 
Dinine ve peygamberine Hz. Ebubekir gibi dost olacağına kendince söz vererek kendini de onların cennet kardeşi görmeyi gözyaşları ile arzularken yürüyüp tavaf kervanına çoktan katılmıştı.