Genellikle engelli insanların hep yaşadıkları zorluklar, nelerle, nasıl mücadele ettikleri, kimi zaman kamuda, kimi zaman bir firmada nasıl ikinci sınıf vatandaş muamelelerine maruz kaldıkları, yeni bir bina, işletme ya da otopark yapılırken nasıl göz ardı edilip yok sayıldıkları, iş için kapı kapı gezerlerken ne şekilde rencide edildikleri, sağlık raporlarındaki haksızlıkları dile getirilir. Yıllarca da bariz bilinen bir gerçektir.

Belirlenen günde hep bir ağızdan 'HEPİMİZ ENGELLİ ADAYIYIZ' sözleri yankılanır etrafta, biraz da algı yapılıp herkes kendince vicdanını rahatlatarak dosya kaldırılır rafa.

 Taaa ki seneye kadar....
Ertesi gün bir rampanın önündeki taşı bile kaldırtamazsın. 

E hani dün engelli adayıyız diyordun...
DÜN DÜNDÜR, BU GÜN BUGÜNDÜR...

Bitti...
Kimileri vicdanen kulak verir, hatalarını, eksiklikleri giderir, yapılması gerekenleri yapar, gerçekten insanlık hüviyetinin sahibidir, kimileri ise sırf ceza yemeyelim diye yapmış olmak için işi kitabına uydurur...
Kimileri de 'bir de engelliyi mi düşüneyim' tarzında ne hukuku tanır, ne cezayı kaale alır, ne de vicdanının sesine kulak verir.
Ceza bir kenara vatandaşlık göreviyle, vicdanen, bir gün kendisinin de bir gün engelli olabileceğini sadece dilde söyleyip saniyesinde unutuverir... Biraz empati yaparak ve olması gerektiği gibi hayatı kolaylaştırarak yardımcı olan işletme sahibi, idari yönetim, kim varsa bu hususlardan tenzih ettiğimi de belirtmek isterim. Böyle yaklaşım gösterenleri de canı yürekten kutluyorum...

*  *  *

Bu seferki yazımda engelli kardeşlerimizin yaşadıkları zorlu hayatların yanısıra yüce Allah’ın bahşettiği engel durumunun biraz da manevî boyutuna değinmek istiyorum.Hiçbir insan muhakkak ki hayatta bir uzvunu kaybetmek istemez. Hangi insan kollarından, ayaklarından, gözlerinden bir bedel karşılığında vazgeçer. Sadece bir şekilde kişi bunu düşünemez; vatan uğruna cihad ederken...Allah'û Teâlâ kendi nûrûndan üfleyerek yarattıkları içerisinde en üstünü olarak insanı dünyaya göndermiş ve kendisine ibadeti şart koşup akıl, fikir, nefis vermiş... Elbetteki hepsi birer imtihandan ibaret.Kimi insanlar dünyaya yeni gözlerini açtığı günden itibaren bu sınava tabii tutulurken, kimi de sonradan başlarına gelen musibetlerle imtihana tutuluyor.

İşte bu durumda  Bakara Sûresi'nin 155. ve 156. Ayet-i kerimelerini hatırlıyoruz;

'Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!
/ Bakara-155
'Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, 'Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz' derler.
/ Bakara-156

Peygamber Efendimiz (sav)'e görme engelli bir kadın gelir. Kendisinin doğduğu günden bu zamana kadar yaşadığı zorlukları anlatır. Etrafı, doğayı, çocuklarını her şeyi görmek istediğini söyleyip, gözlerinin görebilmesi için Efendimiz'den Allah'a dua etmesini ister.

Peygamber (sav) ise, bu engeline sabır etmesini, isyana düşmediği müddetçe onu ahirette bekleyen müjdeleri, cenneti anlatır. Bu duruma çok sevinen kadın; 'ey Allah'ın resûlü, ben şayet 100 sene daha yaşayacaksam bile varsın gözlerim açılmasın. Bana müjdelediğin sonsuz hayatın sevinci yeter' diyerek evine gider.

Yüce dinimiz islamiyet, engelli insanlara öylesine önem vermiştir ki, bu husus için Peygamberimize Allahû Teâlâ tarafından ABESE SÛRESİ ile ikaz dahi gelmiştir...

Hadise şu şekilde vukuu bulmuştur:

Peygamber Efendimiz(sav) Mekke'nin önde gelen müşriklerine islâmiyeti anlatıyordu. Üstelik o müşrikler içerisinden en azından birisinin müslüman olmasını çok istiyordu. Tam önemli bir noktaya gelmişlerdi ki, birisi ona ısrarla soru soruyor ve sözünü kesiyordu. O kişi, eşi Hz.Hatice'nin dayısının oğlu olan görme engelli Ümmi Mektum'du.

Peygamber Efendimiz, hayli morali bozulmuş bir şekilde yüzünü ekşiterek diğer tarafa döndü. Ümmü Mektum'a ise cevap vermedi. Fakat Allahû Teâlâ bu durumu hoş görmedi ve hemen o esnada Abese Sûresini indirdi;
'3. (Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak,
4. Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek.
5. Kendini muhtaç hissetmeyene gelince;
6. Sen, ona yöneliyorsun.
7. (İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne!
8,9,10. Allah'a karşı derin bir saygıyla korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona aldırmıyorsun.
11. Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur'an) bir öğüttür.
12. Dileyen ondan öğüt alır.
13,14,15,16. O, şerefli ve sâdık yazıcı meleklerin elindeki yüksek, tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir.'

Burada şu ayrıntıyı belirtmeden geçemeyeceğim.

Peygamber Efendimiz (sav) Ümmü Mektum'dan engelli olduğu için yüz çevirmemiştir. Sadece sohbeti mühim bir noktadayken kesildiği için durumu hoş görmemiştir.

Bu ayeti kerimeden sonra Peygamber Efendimiz Ümmü Mektum'un gönlünü almış ve onu kendisi olmadığı zamanlarda vekil tayin etmiştir. Ayrıca kendisinin yanında Bilâl-i Habeşi ile birlikte müezzinliğini yapmıştır. Hatta Kadisiye Savaşı'na katılıp sancağı bir an olsun bırakmamış, aldığı yaralar neticesinde de Medine'de vefat ettiği rivayetler arasında geçmektedir.


*  *  *  *
Yani hayat sabırla şükür arasında kaza ve kadere imân ölçüsünde geçmektedir. Yaşadığımız hayat elbet zorlukları barındırıyor. Lâkin zorluk derecesi ne kadar yüksek olursa, başarısı da daha değerli, mükafatı da daha yüce olacaktır...

Şunu iyi bilmek gerekir ki;
'YÜCE ALLAH(cc), SONSUZ MERHAMET VE ADALET SAHİBİDİR'...
Tüm engelli kader arkadaşlarımıza 3 ARALIK DÜNYA ENGELLİLER GÜNÜ vesilesiyle zorlu yaşam süreçlerinde kolaylıklar diliyorum...
'MÜHİM OLAN, YÜREKLER ENGELLİ OLMASIN!'...