Bu dünyada muradına ermeyen
Ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar
Sevdiğimi sinesine salmayan 
Ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar

Arayıp da öz yarini bulmayan
İki vücut bir tek gönül bulmayan
Yari bulup yar gönlünü bilmeyen
Ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar.

Her eserinde sevgi vardı, gönül vardı, insan vardı.

Onunla; Cahildik dünyanın rengine kandık. Evvelimizde oldu ahirimiz de, Gönlüm hep seni arıyor “neredesin sen” dedik.

Tatlı dile güler yüze

Doyulur mu doyulur mu

Aşk ile bakışan göze

Doyulur mu doyulur mu. Dedi. Evet  doyamadık ozana…

Herkesin sevdiği bir Neşet vardı. “Kimi neredesin sen” kimi “zahidem” kimi “yalan dünya” herkesin, herkesimin bir Neşet’i vardı.

Anadolu insanının gönül zenginliği vardı onda,  tavazu sahibi idi. Bir derviş gibi büyüdükçe küçülmüştü. Nice ulvi duyguları basit bir dille anlatabiliyordu. İrfan sahibi idi.

Kimi onu sosyalist yaptı. Kimi alevi, kimi abdal ama o Orta Asya’dan gelen Türk’ün türkü’nün sesi idi.

O sadece Kırşehir’in, Kırıkkale’nin, Ankara’nın Orta Anadolu’nun değil, tüm Türkiye’nindi. Hatta tüm Türklerin idi.

Yirmi birinci yüzyılda bir ozanın türküleri ile büyümek, bir ozanla birlikte yaşamak, aynı dönemde olmak, aynı havayı bile teneffüs etmiş olmak. belki de en büyük teselli kaynağımız.

Bozkırın ortasında onun gür sesi kulağımızda yüreğimizde idi.

O, Orta Asya’dan gelen bir kopuz idi. Orta Asya bozkırlarını taşıyordu onun sesi.

Beş bin yıllık Türkün sesi idi. Beş bin yıl önceden geliyordu. Bize

Gönül aradığını gönlünce bulsun” diyordu.Yüreği büyük insandı. Gönlü zengin, gönül adamı idi. Halkın sanatçısı olmuş, Ayağımızın turabı idi.

Seninde dediğin gibi büyük üstad “Emanetçi emanetini aldı.” Ama sen türküleri sevenlerin hep gönlünde yaşayacaksın.

Tabiî ki üstad hakkında çok şey söylenecek, çok şey söyleyecekler. Ama belki de en anlamlısı Onsuz “yalan dünya”da onu  dinlemeye devam edeceğimiz.

Unesco’nun yaşayan insan hazinesi, Bozkırın tezenesi, Garip Abdal……….

Allah rahmet etsin, mekanı cennet olsun.