Doğa olaylarının açıklanışında gözleme dayanan yöntemi benimseyen, birtakım gizli güçlerin varlığına inanan Roma'li filozof, siyasetçi, devlet adamı, hatip, ünlü hukukçu Luis Anneus Seneca, Roma’da yaşayan en iyi ve en kötü her kesimdeki insanın nasıl olması gerektiğini karşılaştırmalı anlatım tekniği ile eleştirmiş ve bu insanları harcadığı zamanlara göre anlatmıştır. Zamanın toplumunu bir vahşi hayvanlar topluluğu olarak gören Roma’lı dahi felsefeci Seneca’nın zevk, şehvet ve mutluk üzerine görüşleri:
“Başına kötü ve talihsiz olaylar gelmemiş olan kişinin erdemi ortaya çıkamayacağı gibi en kötü durumu yaşamadığı ve gücünü sınamadığı için en iyinin ne olduğunu da bilemez. Acıların yanı sıra düşman da iyiliğin ortaya çıkması için bir fırsattır, karşıtlar olmadan bir şeyin nasıl olduğu tam anlaşılamaz. Bu durumda erdem de olumsuz durumlarda gücünü sabırla gösterdiği zaman varlığını daha çok belli eder. Çünkü bir insanın nasıl olduğu olaylara verdiği tepkilerle ortaya çıkar. Başına gelenden çok, neye katlandığı değil ona nasıl katlandığı önemlidir. Oysa olaylarla gücü denenmemiş, zorluk yaşamamış bir erdemde mutluluk gerçek anlamını bulamaz. Acı çeken ruh, mutluluğun anlamını daha iyi bilecek, her darbeye karşı onu daha büyük güçle koruyabilecektir. Çünkü mutsuzluğu da tanımış, mutluluğunu sınayabilmiştir. Yara almamış mutluluk hiçbir darbeye katlanamaz. Felâket, erdemin fırsatıdır.
Mutlu yaşamak, doğayla uyumlu yaşamaktır. Doğaya aykırı ve erdemlerden uzak yaşamak ise yanlış bir şekilde yaşamın kısa ve eksik olduğu algısını doğurur, oysa yaşam doğru değerlendirildiğinde insana yetecek kadar uzundur. Makam ve şöhret peşinde koşmak, yarını düşünürken bugünü kaybetmek, başka deyişle anı yaşayamamak yaşamı kısaltır. Buna karşılık kusurlarımızla yüzleşmeli, erdemli bir yaşam için kendimize dönmeliyiz. İnsanın doğru bir şekilde kendine dönmesi, yaşımın da yeterince vakit ayırdığı zevk ve şehvetten uzaklaşarak inzivaya çekilmesi, boş vaktinde kendini bilgeliğe, yani felsefeye adamasıyla mümkündür. Felsefeyle uğraşmak çağlar arasındaki mesafeyi kapatır, insanın sadece kendi çağında değil, aynı zamanda geçmişte yaşayan filozofların çağında da yaşamasını sağlar, onlarla tartışıp kuşku duymasına, huzur bulmasına, insan doğasına üstün gelmesine ve onu aşmasına olanak tanır.
Hepimiz aynı kökten, aynı kaynaktan gelmekteyiz. Hiç kimse başkasından daha soylu değildir. Evlerinin avlusunu atalarının resimleriyle süsleyenler, soylu değil, ünlüdürler. Herkesin bir tek babası vardır, o da Gök-Tanrı'dır. Parlak ya da sönük basamaklarla herkesin kütüğü ona çıkar. O halde sen benim kütüğümü yuvarla, ben de seninkini. Namusun iyi olduğunu anlamadıkça mutlu olamazsın. Çünkü mutlu yaşamak için kuşkuyla titrememek gerekir. Bizi güvene götüren tek yol varsa o da şehvet, zevk ve eğlenceye düşkünlük gibi kötülüklerden uzak durmak, ölçülü tutkularla ve namusla yetinmektir. Şehvet ve oburluk insanı köle yapar. Bütün şehvet ve sefihlik gibi tutkulara kapılarımızı kapayalım. Onları içeri almak kolaydır ama dışarıya atmak zordur. Kötülükler seni yöneteceği yerde sen onları yönet. Kendini erdeme değil de talihe bırakırsan özgürlüğünden olur, başkalarına boyun eğersin.
Gerçek iyiler, aklın verdikleridir. Çünkü onlar sağlam ve süreklidir. Mutluluk budur. Mutlu olmak erdemli, erdemli olmak ise akla uygun davranmaktır; akla uygun davranmak da bizdeki tanrısal doğayı izlemektir. Tanrısal öngörüye uygun yaşamak mümkün olup bize bağlıdır. Gerçek mutluluk, kaygıdan uzaklaşarak Tanrı ve insanlar için yapmamız gereken görevlerimizi anlamak ve geleceğe dair endişe duymadan şimdinin tadına varmaktır. Yaşadığı talihsiz olaylara farklı bir gözle bakması gereken iyi insan, bunların onun kendi iyiliği için olduğunu, Tanrı’nın ona acı çektirmek değil, onun gücünü sınamak niyetinde olduğunu bilmeli. Tanrı’nın öngördüğü şekilde, yani aklının hâkimiyetinde ve doğanın izinde bir yaşam sürmelidir. En önemlisi de kendi ahlâkından sorumlu olduğunu bilmelidir, çünkü ahlâkta talihin/kaderin söz hakkı yoktur. Kendini yazgının ellerine bırakmak iyi insanın ödevidir. Ancak bu hiçbir şey yapmamak, düşünmeden ve hiçbir karar almadan hayatı sürdürmek anlamında bir teslimiyet değildir.
Kötü bir olay olduğunda duygulanımlara kapılmak, içsel özgürlükten uzaklaşıp dehşete düşmek yanlıştır. Felâketler kişinin erdemli olup olmadığını görmesi için bir fırsattır. Olaylardan yakınmayıp huzursuzluktan uzak olmak kişiye dinginlik kazandırır. Kusurlarımızın ve duygularımızın hâkimiyetini önlemek için daima aklımızı izlemeli, kötü duygu ve durumları kontrol altına almalıyız.
Herkes mutlu bir yaşam ister fakat yaşamı mutlu kılan şeylerin neler olduğunu görmek konusunda zihinleri kördür. Aslında mutlu bir yaşama kavuşma kolay değildir. Bu yüzden görünüş olarak iyi olanı değil de kendi bünyesinde daha güzel olanı aramak gerekir. Kişinin ahlak üzerine kurulu yaşamı dünya görüşü olmalıdır. Hayatı yaşanabilir kılan erdemlerin başında haz ve zevkten uzak doğaya uyumlu ahlaki ilkelere bağlılık gelir. Her şeyin aşırısı zarar verir bu yüzden her şey ölçülü olmadır.
Zamanı her insan farklı şekilde kullanır, çoğu nasıl zaman geçirdiklerini kendi hayatlarında fark etmediklerinden kısa bir ömürle doğduğundan şikâyet ederler. Ancak bu kısa zamanın düzenlenmesi insanın elindedir. Şikâyet etmek yerine aklı temel alarak zamanı kendi özümüze döndürerek, ahlaki ilkelere ve tanrısal akılla sarılmış doğaya uygun değerlendirmeyi bilirsek uzun bir yaşama sahip olabilir mutlu olabiliriz. Zamanı iyi değerlendiremez boşa harcarsak, harcadığımız şeylere ve kısa bir zamana hapsoluruz. Dolayısıyla yaşamın kısalığı değil, zamanın kısalığı söz konusudur. Doğaya aykırı, ahlaki erdemlerden uzak zevk ve şehvet peşinden koşarak anı yaşamak zamanı ve yaşamı kısaltır, buna karşılık erdemler çerçevesinde hayatımızı devam ettirmemiz zamanı uzatır.”