Biran gözlerinizi kapatın ve kendinizi Medine sokaklarına hissedin. Karşınızda adım adım yaklaştığınız yer Mescidi nebevi.

Adımlarınız hızlanıyor. Biran önce Âlemlere rahmet olarak gönderilen efendimiz peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) huzuruna varmak istiyorsunuz. Geniş caddelerden geçip, mermerleri parlayan avlusuna girdiğinizde sizi Muhammed(sav) kokusu karşılıyor.

Açmayın gözlerinizi.

Nerdeyse sokaktaki her kaldırımda gördüğünüz genişliği bir metre uzunluğu bazen elli metreye varan yer sofralarını burada daha yoğun görüyorsunuz. Üzerine bir kişinin rahat oturacağı aralıklarla simit, ekmek, yoğurt, hurma, muz, zemzem bardakları konmuş. Her sofranın başında elinde küçük bardaklarla çay koymak için bekleyenler var. Az kalan iftar vaktinden önce selam kapısından giriyorsunuz. Boyun bükük, eller bağlı ilerliyor huzura geliyorsunuz.

“Allah'ın selamı üzerine olsun ey Allah'ın Resülü.

Allah'ın selamı üzerine olsun ey Allah'ın Nebisi.

Allah'ın selamı üzerine olsun ey Allah'ın seçkin Peygamberi. Allah'ın selamı üzerine olsun ey rahmet Peygamberi. Allah'ın selamı üzerine olsun ey ümmetin şefaatçisi.

Allah'ın selamı üzerine olun ey Peygamberlerin efendisi. Allah'ın selamı üzerine olsun ey nebilerin sonuncusu.

Allah'ın selamı üzerine olsun “Ey örtünüp bürünen Peygamber”

Dilinizden dökülen bu selamlar ile Hz Ebubekir’i, Hz Ömer’i de selamlıyorsunuz. Daha kapıdan çıkmadan da Aklınızda edep timsali Hz Osman ve İlimin kapısı Hz Ali’yi de manen selamlıyorsunuz.

Kapıdan çıkıp az kalan iftar vaktinden sonra namazını kılmak için içeri girmeye çalışırken kulaklarınızda sokaklardan itibaren buraya buyurun, lütfen bu safraya buyurun, iftarı bizim soframızda yapın davetleri tekrar çınlamaya başlıyor.

Oturuyorsunuz bir sofraya. Yanınızda dilini bilmediğiniz, renginiz farklı, giysiniz farklı kişiler var. Selamlaşıyorsunuz. Kimi ellerini açmış, kimi gözlerini kapatmış, kimi tebessüm ederek kimi gözyaşları ile iftar öncesinde dua ediyor. Belli ki hepsinin kalbi Allah ve Resulü için atıyor.

“Bu kişilerin ve Allah Resulünün istediği tüm hayırlı şeyleri bende istiyorum, onların sana sığındığı tüm şerlerden de sana sığınıyorum.” Diye dualarına iştirak ediyorsunuz.

Allahu Ekber Allahu Ekber…

Ezan sedası ile hurma ile orucunuzu açıp, zemzem ile midenize ziyafet çekiyorsunuz. Küçük kâğıt bardaklarla verilen kahve çay karışımı sizin damak zevkinize uymasa da içiyorken sofra toplanıyor. Ve hep beraber namaz için saf tutarken “İyi ki bu Resulün ümmetiyim” diyorsunuz.

Açtınız mı gözlerinizi. Hadi açmayın devam edelim.

Biraz dinlendiniz, biraz kuran okudunuz.

Her rekâtı bir sayfa kuranı kerim okunarak kılınan teravih namazında aklınızda ne çoluk, ne çocuk, ne para, ne mevki, nede başka bir şey var. Sadece imamın yanık sesiyle okunan kuranı kerimde damla damla Efendimizi ve sahabeleri yaşıyorsunuz.

Namazın ardından cennetül bakiye doğru yürüdünüz. Bu sefer attığınız her adımda bastığınız yerlerde efendimizin ayak izleri olduğunu düşündünüz. Adeta incitmemek, kalın mermerlerin altındaki izleri bozmamak için parmak uçlarında hareket ettiniz. Gökyüzüne baktınız sahabelerine baktığını, karşıya baktınız onun gözlerini gördünüz. Binlerce insanın peygamber komşusu olduğu cennetül bakide duanızda tüm insanlığı kattınız.

Kâbe’de olsaydınız da böyle olacağını, böyle yaşayacağınızı düşündünüz kalbinizdeki yangına odun atarak.

Tamam, tamam burada keselim.

İmkanınınız oldu gittiniz mi bilmem? İmkanınınız oldu da gitmediniz mi bilmem? Aklınıza gelip gelmediğini de bilmem ama Rabbimden dilerim bir ramazanda orada olursunuz. O havayı yaşarsınız. Dünyada pek çok zevk vardır. Ama bu manevi hazzın bir başka olduğunu yaşamanızı dilerim.

Hayırlı ramazanlar…