Günümüzde süpürgeye soğuk geçti diyerek evliliklerini sonlandırma derdine düşenlere örnek evliliklerden misaller vereceğim birkaç yazımızda. Bu bir deyip başlayalım.
-İstemez ki. Onun yaşı genç, hiç evlenmemiş, benden kaç yaş küçük, herkesin kızını vermek için daha iyisini bulamadığı, her kızında evlenmek için can attığı biri o! Neden benimle evlenmeyi kabul etsin ki?
Aslında bu sözleri söylerken dert ortağı, can yoldaşı arkadaşı Münye kızı Nefise’den bir anlamda yardım istemekti gayesi.
Can arkadaşı ile defalarca konuşmuşlar ama her ikisi de bu işin olabileceğine ihtimal vermediklerinden sadece iki yakın arkadaşın dertleşmesi olarak kalmıştı. Ama Nefise bu sefer arkadaşını teselli etmek yerine “Ben gidip konuşacağım, ne olacaksa olsun, eğer kabul etmezse bir daha bu konu açılmasın, yok eğer kabul ederse iki güzel insanın birleşmesine vesile olacağım.” Demiş ve ayağa kalkmıştı.
Her ne kadar Hatice bu tepkiden hoşnut olsa da alacakları olumsuz bir cevap ile daha çok dertleneceğini düşünerek engel olmaya çalışmış, ama Nefise kararlı adımlarla çıkıp gitmişti.
Toprağın çamurlaştırılıp kalıplara dökülmesi ile elde edilen briketlerin yine çamurun yapıştırıcı özelliğinden faydalanılarak yapılan kimi bir odalı, kimi birkaç odanın yan yana yapılması ile oluşan evlerin arasında süzülerek yürüdü.
Hatice’nin evi gibi birkaç ev bu briketlerin yığılması ile iki kat halini almış, aralara konan kalın ağaçlar sayesinde çokta eğreti durmayan iki katlı evler şeklindeydi. Bu evler genellikle bir insan boyunu aşkın duvarlar ile çok geniş avlusu olan bir alanın orta kısmındaydı.
Bir yanda tahtadan yapılma sedirlerin üzeri hurma ağaçları ile örtülerek gölgelikler yapılmış, bir yanda hayvanlarını bağlayacakları, onları besleyecekleri ahırlardan oluşuyordu.
İki katlı bu nadir evlerden çok daha fazla olan tek katlı, bir veya birkaç odadan oluşan evlerin araları bir sokak görünümü almış, yolları çok geniş olmayan patika birbirine bağlar durumdaydı.
Nefise sanki bir şeyler arıyormuş gibi patikalardan sekerek sokak sokak dolaşıyordu.
Nihayetinde Ebu Kubeys dağının eteklerinde otlatmış olduğu koyunları öğlen sıcağından korumak için gölgeye yatırmış, kendisi de iki arkadaşı ile gölgelikte sohbet eden Muhammed’in yanına yaklaştı.
“Muhammed gel hele bu yana senle bir şey konuşacağım.”
Nefise uzaktan akrabası olduğu için tanıdığı, konuştuğu biri olduğundan vakar ile kalkıp yanına yaklaştığında arkadaşları çoktan kendi aralarında sohbete dalarak sırtlarını dönmüşlerdi.
Birkaç adımda Nefise ile Muhammed yan yana geldiler. Karşısında her zamankinden farklı bir Nefise gören Muhammed ondan önce her zaman akrabalarına seslendiği gibi “Hayırdır canın sıkkın, kafanda birçok soru var gibi amcam kızı” diyerek söze başladı.
Nefise lafı uzatmanın manasız olacağını bildiğinden esasen Muhammed’in öyle uzun sohbetler ile kadınlarla vakit geçirmesinin pek vaki olmadığından direk söze girdi ve söyleyeceklerini sıraladı.
“Muhammed sen neden evlenmiyorsun?”
Mekke şehrinde dünyaya gelmiş, doğmadan önce babasını, doğduktan 6 sene sonra ise annesini kaybetmiş. Sonra amcası Ebu Talip'in yanında büyümüş, ilerleyen yıllarında çobanlık ve tüccarlık yapmış olan Hz Muhammed(sav) bu soruya nasıl cevap verecekti ki. Yokluk, parasızlık, öksüzlük, yetimlik, kimsesizlik hepsini birden demek yerine “ Yokluk işte amcam kızı” Deyiverdi.
Belki de Nefise bu cevabı bekliyor veya bu cevap onun istediği kelimeleri ağızından dökmek için vesile oluyordu.
“Amcam oğlu; senin dürüst, çalışkan, herkes tarafından örnek gösterilen bir genç olduğunu herkes bilir. Bu soylu halinde maddi durumunun yerinde olmadığını da biliriz.”
Hz Muhammed(sav) sadece dinliyor, birazda mahcup ama en çok edepli olduğundan başını kaldırmıyordu.
“Muhammed sana senin gibi ahlakı ve soyu, parası ve ticareti ile denk biri evlenmek istediğini bildirse ne dersin?”
Kısa bir iç muhasebesinden sonra o mahcup haliyle “Öyle biri mi var?”
“Evet, amcam oğlu. Hüveylid kızı Hatice’dir.”
“Ama o çok zengin ve kim onunla evlenmek istese o ret eder. Kimse ile evlenmeyi kabul etmez.” Dedi.
“Nefise sen istiyorsan bana bırak. Ben onunla da konuşup sizin evlenmeniz için gerekeni yapacağım.”
Aynı edep, aynı mahcubiyetle “Peki” diyen Hz. Muhammed(sav)’in yanından hızla ayrılıp durumu Hatice’ye anlattı.
Her iki kadın sevinçten birbirlerine sarıldı ve arkadaşının can yoldaşını Hatice’nin sevincine ortak olan Nefise gerekeni kısa sürede yaptı.
Hz. Muhammed(sav) ile dededen soyları birleşen Hatice "Ey amcam oğlu! Sen, benim akrabam olduğun, kavmim içinde şerefli, güvenilir kimse, güzel huylu, doğru sözlü bulunduğun için seninle evlenmeyi arzu ediyorum." Diye haber gönderdi.
Teklifi alan Efendimiz, durumu amcası Ebu Talip’e bildirdi. Ebu Talip araştırdı ve Hz. Hatice'nin böyle bir evliliği istediğini bizzat kendisinden öğrendi. Çünkü bu ahlak ve güzellik timsali kadın kimseyle evlenmiyordu.
Karar verilen tarihte Peygamberimiz(sav)amcaları, halaları ve Haşim oğullarının ileri gelenlerinden bazıları ile birlikte Hz. Hatice'nin evine geldi.
Güzel bir düğün merasimi için gereken her şey bizzat Hz. Hatice tarafından temin edilmişti. Koyunlar kesilmiş, yemekler hazırlanmıştı.
Yemekler yendikten sonra, Ebu Talip ayağa kalktı ve şöyle dedi:
" Kardeşimin oğlu Muhammed bin Abdullah ki, akrabanız olduğu malûmunuzdur. Onunla Küreyişten hiçbir genç tartılamaz, ölçülemez. Şeref ve asaletçe, akıl ve faziletçe onların hepsinden üstün gelir."
"Gerçi zengin değildir, fakat zenginlik dediğin nedir ki? Geçici bir gölge, bir perde, alınır verilir iğreti bir şey. Allah'a yemin ederim ki, bundan sonra onun mertebesi daha da büyüyecek, daha da yükselecektir."
"Şimdi o, sizden kızınız Hatice'yi istemekte, mehir olarak da yirmi erkek deve vermeyi taahhüt etmektedir."
Ebu Talip konuşmasını bitirince de Hz. Hatice'nin amcası oğlu Varaka bin Nevfel ayağa kalktı. O da şöyle konuştu:
" Biz de sizinle hısımlık kurmak ve şereflenmek istiyoruz. Ey Küreyiş topluluğu! Şahit olunuz ki, ben Huveylid'in kızı Hatice'yi şu kadar mahirle Muhammed bin Abdullah'ın oğluyla evlendirdim."
"Ey Küreyiş topluluğu, şahit olunuz ki, ben de Muhammed bin Abdullah'a Hüveylid'in kızı Hatice'yi nikâhladım."
Böylece 25 yaşındaki edep timsali Hz Muhammed(sav) ile Küreyiş kadınlarının nesep, şeref ve zenginlik bakımından en üstünü bulunan Hüveylid'in kızı Hz. Hatice-i Kübra nikâhlanmış oldular.
Miladi tarihle 595 yılına evlendiler. Yâni, peygamberlik gelmeden 15 yıl önce.
Hz Hatice’nin evindeki ikramlardan sonra Hz. Muhammed (sav) muhtereme hanımını alarak Ebu Talip’in evine geldi. Burada iki deve kestirerek halka ziyafet verdi.
Ebu Talip de develer kestirdi ve halka yemekler yedirdi.
Efendimiz ile ona ilk hanım olma şerefini kazanmış bulunan Hz. Hatice, burada birkaç gün kaldılar. Sonra tekrar Hz. Hatice'nin evine döndüler.
Ve bu her iki tarafında rızası ile başlayan ve Nefise’nin vesile olduğu bu evlilik saadet içinde sürmeye devam etti.
Peygamber efendimiz bu evlilik sürdüğü müddetçe başka evlilik yapmadı. En saadet ve huzurlu günleri bu fedakâr ve Tahire kadının yanında geçirdi.
Hz Muhammed(sav) babasından miras kalmadığı için hanımının malını ticarette kullanmış, adeta malına mal katmıştır. Bu ticaret esnasında asla gösterişe kaçmamış, ayın yaşama devam etmiştir. Ne eşi bile olsa başkasının malı diye israf etmiş, nede çalışmaktan geri kalmıştır.
Efendimiz bu mutlu evlilikleri sürerken hep içinde muhasebeler yapmış, bir yaradan olduğu, kâinatın bir sahibinin olduğunu düşünmüş durmuştur.
Hz. Hatice-i Kübra’dan, Efendimizin, sırasıyla Kasım, Zeynep, Rukiye, Ümmi Gülsüm, Fâtıma, Abdullah (Tayyib-Tahir) adında altı çocuğu oldu.
Bu saadet yuvasında hâkim olan karşılıklı emniyet, samimi hürmet ve muhabbetti. Hz. Hatice, Kâinatın Efendisi kocasından on beş yaş büyük olmasına rağmen, yüce şahsiyetinden dolayı kendilerine karşı son derece nazik, duygulu ve itinalı davranıyordu.
Hatice’nin bu saygılı hali ondan büyük ve küçük nice kadınlara örnek olacak derecedeydi. Sebep ne olursa olsun asla saygısından zerre taviz vermeden yaşıyordu. Bu saygı korkuya dayalı değil, içten gelen duygu ile olduğundan yapmacıklığın ötesinde doğal olmasıyla da örnek seviyedeydi.
Ve elbette gerek efendimizin ve gerekse Hz. Hatice’nin sevgisi dillere destan olmuştu. Birbirlerine karşı duydukları bu sevgi ile adeta gözlerinin içinden muhabbet akıyordu.
Peygamber Efendimizin şerefli hanımına karşı muhabbeti de fazlaydı. Öyle ki, vefatından sonra bile hiçbir vakit muhabbetini kalbinden atmadı, gönlünün en mutena köşesinde ebedî beraberliğe kadar sakladı. Hz Hatice’nin muhabbeti eşine duymuş olduğu sevgi ve saygıyla birleşince daha bir büyümüştü.
Hz Hatice; Peygamberlik gelmeden önce Hz. Muhammed’in şehirden uzakta, özellikle ortalama beş km uzaktaki Hira ’da tefekkür yoluyla ibadet ettiği günlerde Hatice onunla hep meşgul olmuş, eve dönmesi geciktiği zaman hizmetkârları vasıtasıyla ona ulaşmıştır.
Hira dağındaki tefekkür zamanlarında erzak ve giysi hazırlamış, iki günde bir bizzat kendisi o dağın eteklerine götürmüş, eşinin Hira dağından inmesini beklemiş, onun kıyafetlerini değiştirmiş, erzakını teslim etmiş, bazen onunla beraber oturup erzakını aş yapmış.
Hz Hatice bu hizmeti yürütürken eşine “ Neredesin, neden eve gelmiyorsun, işin aksıyor, evin işleri var, ne geziyorsun bu ıssız dağlarda gibi neden neden neden diyerek eşinin gururunu kırmamış, ona her ne yapıyorsa yapsın kayıtsız destek olmuştur.
Hz. Hatice’nin Resûlullah(sav)’in hayatındaki en önemli rollerinden biri, peygamberlik geldiği zaman kendisine herkesten önce iman etmesi ve onu bütün varlığı ile desteklemesidir.
Hz. Muhammed, Hira mağarasında bulunduğu sırada daha önce hiç karşılaşmadığı Cebrail ona peygamber olduğunu tebliğ ettiği ve vücudunu üç defa kucaklayıp kuvvetlice sıktıktan sonra Alak süresinin ilk beş ayetini öğrettiği zaman büyük bir heyecana kapıldı ve korkudan yüreği titreyerek evine döndü.
Başına gelenleri anlattıktan sonra, “Bana neler oluyor, Hatice?” diyerek kendinden korktuğunu söyledi. Bunun üzerine Hz. Hatice Resûlullah(sav)’ın korku ve endişelerini gideren şu sözleri söyledi:
“Öyle deme! Yemin ederim ki Allah hiçbir zaman seni utandırıp üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, doğru konuşursun, işini görmekten âciz kimselerin elinden tutarsın, yoksulları kayırırsın, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin”
Hatice daha sonra Hz. Peygamber’i alıp amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’e götürdü. İbranice bilen, bu sebeple Tevrat ve İncil’i okuyan, daha önceleri Hıristiyanlığı kabul etmiş olan bu âlim, Resul-i Ekrem’i dinledikten sonra ona görünen meleğin bütün peygamberlere vahiy getiren melek olduğunu söyledi
Hatice de Resul-i Ekrem’e, “Senin Allah’ın resulü olduğuna şehadet ederim” diyerek Müslümanlığı kabul etti.
Hz. Hatice, yeryüzünde sadece üç Müslümanın bulunduğu İslâmiyet’in ilk günlerinde Resûlullah ve Hz. Ali ile beraber bazen Kâbe civarında, bazen evinde ibadet etti
Abdullah b. Mes‘ûd, Mekke’ye ticaret için gittiğinde onların üçünü bir arada Kâbe’yi tavaf ederken gördüğünü, bu esnada Hz. Hatice’nin tesettüre riayet ettiğini söylemektedir.
Hatice, müşriklerin zulmü ve haksızlığı karşısında Resûlullah(sav)’ı hiçbir zaman yalnız bırakmadı.
Mekkeli müşrikler Şi‘bü Ebî Tâlib’de Müslümanları kuşattığında kendisi de Hz. Peygamber ile birlikte iki üç yıl boyunca muhasaraya göğüs gerdi. Servetini onun davası uğrunda harcamaktan geri durmadı.
Hz. Hatice, yirmi beş yıl kadar süren mutlu bir evlilik hayatından sonra hicretten üç yıl kadar önce 10 Ramazan’da (19 Nisan 620) vefat etti ve Hacûn Kabristanı’na (cenneti Mualla) defnedildi.
Resul-i Ekrem, Hatice’nin vefatından üç gün önce amcası Ebu Talip’i kaybettiği için düşmanlarına karşı kendisini savunan iki desteğini yitirmiş oldu.
Resul-i Ekrem, Hz. Hatice’nin vefatından sonra çeşitli hanımlarla evlendiği halde onu hiçbir zaman unutmamış, eşinin fedakârlığını ve dostluğunu her fırsatta anmış, evde koyun kesildiği zaman Hatice’nin eski dostlarına ondan birer parça göndermeyi ihmal etmemiştir.
Bir defasında Hatice’nin kız kardeşi Hale’nin içeri girmek üzere izin istediğini duyan Hz. Peygamber, onun sesini ve izin isteme tarzını Hatice’nin sesine ve tavrına benzeterek heyecanlanmış ve “Allah’ım, bu Huveylid kızı Hale’dir!” demişti.
Bu vefa duygusunu ve sevgiyi hazmedemeyen Resul-i Ekrem’in genç hanımı Ayşe, bizzat itiraf ettiği gibi hayatında en çok Hatice’yi kıskanmış, ölüp gitmiş bir kadını ne diye hâlâ anıp durduğunu, üstelik Allah’ın kendisine ondan daha hayırlısını verdiğini söyleyerek bu duygusunu ifade etmiştir.
Hz. Hatice’nin aleyhinde konuşulmasından rahatsız olan Resul-i Ekrem, Ayşe’nin kendisini ondan daha hayırlı görmesini tasvip etmemiş, davasına kimsenin inanmadığı günlerde onun inandığını, halkın kendisini yalanladığı sırada onun tasdik ettiğini söylemişti. Hiç kimsenin kendisine bir şey vermediği dönemde onun İslâm davasını malıyla desteklediğini, üstelik diğer eşlerinden çocuğu olmadığı halde Cenabi-ı Hakk’ın kendisine ondan çocuk verdiğini söylemiştir.
Ayrıca onun bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı olduğunu belirtmiştir. Nitekim bir defasında Cebrail Resûlullah(sav)’a gelerek Hatice’ye hem Cenabi-ı Hakk’ın hem de kendisinin selâmını söylemesini ve ona içinde hiçbir gürültünün, çalışıp yorulmanın bulunmadığı oyulmuş inciden yapılma bir köşkün verileceğini müjdelemesini bildirmiştir.
Hatice hayatta iken bir başka kadınla evlenmeyen Hz. Peygamber, Hz Ayşe’nin belirttiğine göre hâtıralarını yâd edip kendisi için istiğfarda bulunmaktan büyük haz duyardı.
Efendimizin kızı Zeynep, kocası Ebü’l-Âs Bedir Gazvesinde Müslümanlara esir düştüğünde evlendiği gün annesinin kendisine hediye ettiği gerdanlığı onu kurtarmak üzere fidye olarak göndermişti.
Hz. Peygamber (sav) Hatice’nin gerdanlığını görünce duygulandı ve ashaptan gerdanlığın tekrar Zeynep’e gönderilmesini rica etti. Resul-i Ekrem, Mariye’den doğan İbrahim dışındaki bütün çocuklarının annesi olan Hz. Hatice’yi hayatı boyunca minnet ve sevgiyle anmıştır.
Hz. Hatice, hangi mezhebe bağlı olursa olsun bütün Müslümanlar tarafından çok sevilmiş ve sayılmış, Arap olan ve olmayan İslâm toplumlarında Hatice adı kız çocukları için yaygın bir isim haline gelmiştir.
Hz Hatice ile Efendimizin evliliği ne örnek bir evliliktir.
Bu evlilik evlenecek kişiler arasında yaşın, statünün, zenginliğin, etkisinden çok Sevgi saygı ve muhabbete dayalı olması gerektiğini öğretir.
Hz Hatice’nin tavrı eşlerin karşısındakini yargılamadan, onun yaptıklarına destek olmasının örneğidir.
Efendimizin tavrı ise bir insanın başına gelebilecek en büyük şeyde bile sığınılacak liman olarak helal dairesindeki eşin olması gerektiğini gösterir. Her türlü olumlu olumsuz bir vaka ile karşılanınca soluğu haramda arayanların hatalarını bu evlilik yüze vurmaz mı?