Hadi siyasete ara verelim bugün birazcık.

            Sayılı gün çabuk geçer derler. Aslında bazen kötü olan günler hatta saatler geçmek bilmez. Gözler yelkovana takılı kalır da o sair zamanlarda fırfır dönen yelkovan akrebi kovalamayı unutur.

            Büyük şair Neci Fazıl ne güzel söylemiş;

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

            Yani beklediğin gecikince beklemek ıstırap olur değil mi?

            Bir yıl beklediğimiz ruhumuzun sıfırlanması ve vücudumuzun tatili olan Ramazan geldi geçiyor. Siyasetin ağır havası içinde bir oksijen aralığı bulup Ramazan konusunda iki kelam etmeden geçiyor. Düşündük ki bu hızlı giden Ramazan gününde bedenin dinlendiği şu vakitlerde ruha bir damla su verelim.

                Aslında pek çoğu bir türlü ibadet ediyor. Kimi orucu zekâtı namazı ile belki de yılın her gününde ramazan ruhu ile eda ediyor Allah(cc)’ın verdiği zamanı. Bazıları biraz ağırdan alıyor. Bazıları ise Allah muhafaza…of of onlara Rabbim yardım etsin.

            Asıl olan bu yaşamada samimi olmak.

            Biz Kelime-i şahadet getirirken o şahadetin bizi Allah(cc)’a getirmesi lazım. "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü" . "Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O'nun kulu ve resulüdür'' derken her kelimenin bizim Müslümanlığımıza şahadet etmesi lazım. Çünkü bu kelimler sadece harflerden oluşan dize değil yaşam tarzıdır.

            Biz sabahın seherinden gece teravih zamanına kadar her kıldığımız namazda onun yani namazın da bizi kılması lazım. Her rükûda her secdede her ayet ağızımızdan çıktığında yevm kıyamette günü namazın bize şahitlik edeceğini evet rabbim bu kişi beni namaz gibi kıldı” demesi lazım. Çünkü yatmak kalkmak değildir hayatın ta kendisidir namaz.

            Zekâtı biz mi vermeliyiz yoksa zekât bizi fakirin sofrasına aş, tenceresine yemek, sobasına kömür, üstüne esbap olarak mı veriyor iyi düşünmek lazım. İnfak ettiğimiz her kuruş bize cennette köşk olarak gelecek mi onu düşünmek lazım. Zira bir sadaka bin belayı def eder bilmek lazım.

            Ah keşke maddi manevi herkesin imkânı olsa da hacca gidebilse. Hac yapabilse. En azından keşke herkes bir umre yapabilse. Rabbinin beytine misafir olabilse, Resulullah(sav)’in dizinin dibinde ibadete koşabilse. Santim santim o mübarek beldeleri gezip, sağanak sağanak rahmeti kıyamet çantalarına doldurabilseler. Çünkü haccı yaşamak, Resulullah (sav)’in ashabının arasına karışmak ve onlarla hicret yolundan geçip Arafat’a çıkmak, şeytanı taşlayıp Kâbe’ye kavuşmak demektir. Biz hacca giderken hac bizim ruhumuza gelmeli çünkü hac anadan doğmuş gibi olabilmektir.

            Ve Oruç.

            Biz onu tutacağız derken, orucun bizim elimizden tutup cennete yolculuk yaptırması lazım. gıybetten uzak, haramdan uzak, rüyadan uzak, yalandan uzak durup o uzanan oruç elini yakalayabilmektir asıl olan.

            Allah(cc) elimiz, dilimiz, gözümüz, kulağımız, belimiz her noktamızı haramdan, hatadan, hasatlıktan, hainlikten, hıyanetten, hasetten korusun.

            Muhabbetle…