Başı dik olsada kendi içinde yıkıktı.

Her iz zamanın yıkıntılarının altında kalmıştı.

Zaman zaman kendini karanlık bir noktaya yuvarlanırken buluveriyordu.

Sert bir rüzgâr esse savruluşu onu yuvarlandığı noktadan alıkoyabilir miydi? Tahta bacağının yağsız kalmış menteşe gıcırtısı gibi çıkardığı ses hepten keyfini kaçırıyordu.

Güve düşesice bacak! 'dedi. Güveler yesin seni! Yürürken sağ eliyle desteklediği tahta bacağına hınç duyuyordu.

Öfke, garez, umutsuzluk hepsi 'güveler yesin seni' sözünün üzerinde istif ediliyordu sanki. 

Eşref saati kırılmıştı hanidir.

Yürüdüğü her yol çıkmaz sokaktı. Yollara öfkeliydi,

Pekii hiç mi kararlarının, seçimlerinin suçu yoktu?

Ya basiretsizliğinin? Öngörüsünün perdesi bukadar mı kalındı?

Dengesini yitiren cambazın ipe kızma hakkı yoktu biliyordu.

Evet, tüm dengelerini yitirmişti. Ne doğru dürüst düşenebiliyor ne de net kararlar verebiliyordu artık.

Yaşadığı şehri terk etse kayıplarını tekrar telafi edebilir miydi?

Bu düşünce düşüşleri onu zihninin boşluğunda 

tepetaklak ediyordu. Sahibi olduğu saatçi dükkânına son kez uğradı, cebinden çıkardığı kapı anahtarını pası katmerleşmiş asma kilite sokmaya çalışırken aklı karmakarışıktı.

İçeri girince etrafa şöyle bir bakındı, raflardaki bozuk saatlerin rakamları birçok göz olmuş sanki onu gözleriyle suçluyorlarmış gibi hissetti.

Oysa, zamana başkaldıran onlardı. her şeyi yarı yolda bırakan akrep ve yelkovana sert bir bakış fırlattı. 

Yok! yok! Beni suçlamaya hakkınız yok der gibi.

Sonra mırıldandı.

Yoruldum, çok yoruldum.

Zamanın tozunu almaktan bıktım.

Sizinle birlikte zamana karşı koşmaktan bıktım! Az kaldı sizi de azat edeceğim.

Sizinle benim aramda ne fark var? Hepimiz kırık döküğüz işte derken tahta bacağını sağ eliyle sıvazlıyordu. Eli hissiz bir tahtadan medet umuyor gibiydi.

Tamir masasında duran çalarsaati istemsizce eline aldı kurmaya çalıştı kurma kolu bir türlü kurma yayını toplayamıyordu.

sinirle saati masaya çarptı raflardaki bozuk saatlere hırıltılı bir nefesle seslendi. 

İçinde yittiğim bu boşluğu hangi el biçmiş? Aynalarda eskiyen yüzümü kim yontmuş?

Eriyen sesim şimdi hangi bulutta asılı? Birazdan tahta bacağımı ateşe 

verip kurtulacağım beni hiçbir yere ulaştırmayan yollardan.

Artık yıkılırsa yıkılsın gölgem bir çınar gibi.

Gözlerindeki yıkılmışlığın enkazı tahta bacağını eziyordu sanki. Saatçi dükkânından aksak ama kararlı adımlarla uzaklaşırken raflardaki bozuk saatlere tekrar seslendi. Sizi tamir etmeyerek, neden zamanın dışında bırakmak istediğimi anlamanızı bekleyecek değilim.


Minimal öykü de bugün 

E.Gülüş Teke