Çobanların yanık türkülerini dinlerdi dağ, taş tabiat sukûna ererdi. Rüzgârda titreyen ince boyunlu gelinciklere özenirdi genç kızlar. Üzerlerinde basma kumaştan allı, morlu entarilerinin yele karşı uçuşurdu etekleri, kimi acer fistan derdi, kimi esvap, kim bilir hangi geçmiş bayramlardan kalan. Renkli lastik ayakkabılarıyla koştururlardı bir tarlaya, bir tandıra. Buğday sofrada aş hemde aşa katıktı. İkindi vakti olupta uzayınca gölgeler, ellerinde bakır helkeler pınarın yolunu tutarlardı. Güneşin kavurduğu tenlerine serinlik ararlardı belki de Delikanlılar çok yaklaşamasalarda pınarınbaşına, duvar diplerinde kaçak bakışmalar yerini ıslıklara ve türkülere bırakırdı. Kimi su yolunda yarın elinde testi olmak ister, kimi su gibi aziz. Zaman suya mı özenirdi bilinmez akar giderdi. Köyün geleneğiydi bebeklere ve çocuklara İğde dalından nazarlık yaparlardı ucunda mavi boncuğu cengelli iğnede sallanan. Hatırlıyorum, kınası silik ellerde şenlenirdi bakraçlar, her seher vakti açılırdı ağılların kapıları koyun, kuzu birbirine karışırdı. Peynir, tereyağı yoğurt bereketiydi sofraların. Bozkırın hemen hemen her köyünde kılığın kıyafetin özellikleri kendini gösterirdi. Bizim köyde kızların kırk tane belikleri olurdu, çepeni boncukla örülmüş beyaz yemeninin altından uzanırdı kaderleri gibi kapkara saçları, belik nedir bilir misiniz? Kil ile yıkanan saçlar ipek gibi olurdu da iplik iplik uzanırdı omuzlarının arasından. Dere kenarlarında kızlar ellerinde kemikten yapılmış taraklarla tararlardı birbirlerinin saçlarını sonra kırka bölerlerdi tutam tutam. Kutsal bir ayini seyreder gibi onları seyrederdim, içlerinden sesi en yanık olan türkü söylerdi dalar giderdi sevdalıların gözleri, kimi içini çeker, kimisi sicim sicim ağlardı, sevda zordu bu topraklarda, beşikkertmesi olanda vardı öksüz, yetim de fukaralık ise başa bela bu yüzden acırdı canları türkü dinlerken. Kreme ağya derler, sürmeye rastık, birde allık bilirlerdi kırçicekleri gibi masumdular. Karanfil kokardı ağzı dualı nineler masal bilirlerdi, mani söylerdi. Cepkenlerinde peşkirleri bir de kösteklileri olurdu örflüydü dedeler. Peşkir, terleyen alınları içindi, köstekliyi ise zamanı tutmak adına taşırlardı. Zaman onlar için çalışmak, kimseye muhtaç olmamak için ter dökmekti. Ömrü boyunca köyünden çıkmamışlara askerlik anılarını anlatırdı kocayanlar köy odalarında gençler hevesle onları dinlerdi. Başka bir şehir, başka bir il nasıl bir yer ola. Gençler akıllarında sorularla dalardı derin uykulara, başka bir şehir başka yerler nasıl... Harman kaldırma şenlikti bizim köyde emeğin alın terinin tartıldığı kantarlar kurulurdu köy meydanına bir yıllık maşiyet omuzları ezerdi çuval çuval. Değirmenlerde buğdayın değil emeğin öğütüldüğünü bilirdiler bilmesinede sahipsiz işte. E.Gülüş Teke