“Yeni nesil pek bilmez ama” diyerek söze başlayıp, özellikle doksanlı yıllardan sonra doğanların tepkisini almak pahasına başlamak isterim bugün yazımı yazmaya.   Eskiden biliyor musunuz? Cep telefonu yoktu.     Evet, evet doksanlı doğanlar biliyor musunuz siz doğmadan önce sokakta gezerek telefonla konuşmak uzay filmlerinde olur gibi geliyordu.

            Mahallede bir veya birkaç telefon bulunur, şanslı telefon sahibi komşu, gurbette oğlu olan kızı olan ana babalara balkondan bağırırdı. “Muzaffer abiii, Münibe ablaaa koş hele koş senin oğlan arıyor”

            Gurbetteki evladı PTT şubesine gitmiş, telefon etmek için memura numarayı yazdırmış ve dışarıda sıra beklemeye başlamış, memurun   “Kırıkkale yazdıran, Kırıkkale” diye seslenmesi ile iki kişinin zor sığacağı kabine koşmuş, ahizeyi kaldırıp karşısına çıkana baba anasını çağırması için ricada bulunmuş ve beklemeye başlamış olurdu.

            Ana babası gelene kadar telefon kesilmezse, araya başkaca illere bağlanan numaralar girmezse birkaç cümlelik konuşmadan sonra zaten hat kesilirdi.

            Sonraları PTT yani posta telefon telgraf kurumuna gidip dilekçe verirdiniz. “Evime telefon bağlatmak istiyorum” diye. Beklemeye başlardınız. Bulunduğunuz mahallin durumuna göre aylarca hatta yıllarca bekleyerek telefona kavuşurdunuz. Artık siz çağıran şanslı kişiler arasına girerdiniz.

            Sonra birden telekomünikasyon alanında hızlı bir gelişme çağına girdik. Önce ev telefonları sahibi olmak çok kolaylaştı. Ardından cep telefonu girdi hayatımıza. Öyle resim çeken, internete giren, onlarca oyunların indirildiği adeta pilot kabini gibi telefonlar değil, mesaj ve koşuma ağırlıklı, bir ikide yılan ve küp oyunun olduğu, öyle cebe rahat sığmayan (aslında kimsede cebine koymaya çalışmaz, ya elinde gezdirir veya beline kılıf içine koyar öyle taşırdı) aletler girdi hayatımıza. Titreyeni, resim çekeni, alarmı olanı, fazladan oyunu yükleneni, derken interneti olanlar öyle herkesin kolayca alamayacağı hat ve cihaz fiyatları ile cebimize girmeye başladı.

            Dedik ya hızlı bir giriş oldu diye. Öyle hızla girdi ki tüm yaşamımızın hayati önem taşıyan bir ögesi oldu.

            İş çığırından çıkmaya başladı. Cebimizdeki kalbimiz oldu çıktı.

            Evden çıkarken okula götüreceğimiz çocuğumuzu unutsak, cüzdanımızı unutsak, markete beraber gideceğimiz eşimizi bile unutsak hatırlayınca panik yapmadan gülümser döner alır gideriz. Ama telefonu unutup evden üç beş yüz metre uzaklaşsak adeta kalbimizi unutmuş gibi panik yapıp koşarak eve döner elimize alıp sever okşar ve sanki her saniye biri ile haberleşiyormuş gibi inceler, hatta o geçen kısa sürede kim kimi nasıl beğenmiş bakamadan edemez olduk.

            Dijital dünya o kadar sardı ki içimizi abartamadan abartmadan söylüyorum, damarımızı kesseler kanımızdan 0-1 kodları ile kodlanmış mesaj, oyun, telefon, sosyal medya akacak.

            Araştırmalara göre genci yaşlısı, erkeği kadını her kesimden insanların dijital alanda geçirdikleri zaman hiçte küçümsenemeyecek kadar fazla. Elimize aldığımız zaman bir türlü ara vermeyi düşünmeden son demine kadar kaybolup gidiyoruz bizi istila eden dijital dünyanın içinde.

            Daha anne bile demeyi bilemeyen bebenin eğine bezlerden yapılan oyuncak vermek yerine azıcık sussun diye tutuşturduğumuz istilacı telefonlar çocuklarımızın beynini uyuşturuyor. Düşünme, karar verme, hesap yapma, kitap okuma, ansiklopedi açıp araştırma yerine kendi adına tüm bunları kendi adına yapan telefona ana babasına gösterdiği saygının kat kat fazlasını gösteriyor çocuk. Annesi kullandığı lavaboyu temiz bırak dediğinde ortalığı yıkan çocuk, tuvalete düşen telefonunu kurtarmak uğuna elini klozetin dibine sokmak için saniye beklemiyor.

            Bu çocuklar evlenince de bırakmıyorlar telefonu. Zaten bir bir yerde diğeri bir yerde çalışan kadın ve erkek evde yemeklerini yerken bile telefonlarını ellerinden düşürmüyor. Yatana kadar hatta yatakta bile telefon ile sosyal medyada sörf yapan bu ana babanın evladı olduğunda da farklı olmuyor. Kaynana kayın baba yanında telefon, çocuğun yanında telefon…

            Artık sohbet mi kaldı ki insanlarda. Tek ilgi alanı, tek zevk alanı, tek muhabbet alanı dijital dünya olmuş.

            Aslında durum yaş almışlarda da farklı değil. Eline kuranı kerimi alıp iki cüz okumak yerine bir karış sakallısı, teşbih çekip tövbe edecek ninesi, emekliler parkında hükümet yıkıp, devlet kuracak emeklisi kısaca her birinin elinde telefon var.

            Bu durumu birazda gelinen durum körüklüyor. Hemen her alanda bir işlem yapmak istediğinizde cep telefonuna gelecek kod diye başlayan doğrulama işlemine telefonum yok deme imkânı kalmadı.

            Bu konuda henüz tamamını okumadığım dijital ölümsüzlük kitabı çok farklı alandan almış bu istilayı.

            Ezcümle şunu diyelim tarihe not düşsün.

            Beyin kıvrımlarımızdan başlayıp, damarlarımız içinde akacak duruma gelen, elimiz kolumuz bacağımız olan dijital istila içinde balık baştan kokar anlayışı ile elinde kitap, dilinde sohbet olacak yaş alanlardan başlayıp, geline damada, kıza oğlana kadar, onlardan da aşağı inerek öğrencisi, çocuğuna kadar herkesin kendine gelmesi lazım. Eğiticisi, öğretmeni, hacısı hocası, televizyon ekranı, kanaat önderleri, siyasileri kısaca toplum aileden başlayan her kesimin bu istiladan kurtulmak istemesi lazım. 

            İstemeyle kalmayıp bunu kendi ve sorumluluğu altındakilerin hayatına tatbik etmek için çaba göstermesi gerek.

            Bedenimiz ve ruhumuzun bir sıfır kodları ile değil, ağlamamız, gülmemiz, üzülmemiz, sevinmemiz, öfkelenmemiz, merhametimiz ile yönetilmesini temenni etmek değil zorlamak insanlığın birinci vazifesidir.