Bekir Yıldız, 1933 Şanlıurfa’da doğdu. Yirmiye yakın eseri, onlarca röportajı ve akıcı üslubu, almış olduğu sayısız ödülü olan toplumcu gerçekçi ekoldeki Türk edebiyatının usta kalemi, ünlü öykü ve roman yazarıdır. Eserleri farklı kurumlardan ödül almış, sekiz eseri tv. Dizisi ve filmi çekilmiştir.

Babasının polis memuru olması nedeniyle eğitimini farklı yerlerde tamamladı. İşçi olarak Almanya’da uzun süre matbaada çalıştı. Türkiye’de Asya matbaasını açtı. Yirmiyi aşkın öykü ve romanları ve onlarca röportajlarında Anadolu insanının yaşam koşullarını, toplumsal sorunları, evlilik kurumunun çarpık yanlarını, kırsal kesim insanın kentteki bunalımlarını, Almanya’ya giden işçilerin sorunlarını gerçek, yalın bir dille yazan önemli edebiyatçımız, eserleri en fazla okunan yazarlarımızdır. 1998 yılında öldü. 

Maddi sıkıntıların, çocuk sahibi olmanın, köy kökenli insanların bin bir emekle kurdukları korudukları, geliştirdikleri, katlandıkları evlilik kurumuna hasar verip yıktığını, “eşlerin halkalı köleye” dönüştüğünü nükteli kalemiyle anlattığı Halkalı Köle adlı eserinde aile, çocuk, kadın, aşk, sevgi, sevda, hasret, özlem, özgürlük, üzerine görüşleri:

“Korkulu yalnızlığın uyutamadığı geceler geçirdim. Ben gençliğimin, insanlığımın, güzelliğimin, hayatımın, elimdekilerin kıymetini ve dostumu düşmanımı hiç bilemedim. Yıllarca kimsenin olmadığı gece, gündüz hep bu duyguyu anımsayarak ürktüm. İnsan karanlığı görmeseydi aydınlığa aydınlık diye isim takabilir miydi?

Korkulu ama onurlu bir uğraştı babalık. Doğar doğmaz yavrusunu yalayan bir inek, bir ceylan, bir köpek gibi sarıldığım çocuklarım olunca işler değişti ve bende anlatılmaz bir sorumluluk duygusu oluştu. Güvenmek, inanmak güzel bir duygu. Herkes bu duyguyu yaşayamaz. Avrupa’da herkes çalışıyor, bizde de herkes çalışmalı. Etrafımda tın tın öten insanlara yanında kitap okumak, kitap yazmak bir borç gibi geliyor bana. 141-142 yasalarımız diyor ki, böyle düşüneceksin, şöyle düşünürsen suçtur. Oysa düşünce özgürlüğü bireysel gücün kaynağıdır. Budanan ağaç gürleşir. İnsan kimi şeyleri çok geç anlayabilir. Işık söndü, karanlıkta gözlerim açıldı.

İnsan çoğunluğun yanında güçlü görünür. İnsan ürettiği kadar insandır. İnsan sevdikleri şeyleri sevdikleriyle paylaşır. Sevgiye, bir ağacın dallarından değil, dallara kökünden kaynaklanıp ulaşılır. Sevgisiz yaşadığım bir dünyada sevgiyle tutuştu yüreğim. Hep itilip kakıldım. Oysa sevgi bir yürek işiydi. Sevgi bir bütündü. Tarlası da insan yüreği. Sevgisiz aydınlıklardan daha aydınlık karanlık yalnızlıklarda gerçek bir sevgi aradım, hep aynı türküyü söyledim. Cehenneme gitmek korkusuyla cehennemde yaşar gibi yaşadım şu güzelim dünyada.

Ben sevdikçe, sevildikçe mutlu oluyorum. Oysa sevmek ve sevgiyi hak etmek kolay değil. Oysa sevgi yürekte sönmeyen, yıllardan beri için, için yanan bir ateşti. Onu küllendirmeyen ise insanın umududur. Sevgi yaşama güzellikler katar. Sevgiyle tutuşan yürekler üzerine tonlarca benzin dökülmüş gibidir. Bizim sevdamız da böyle başladı. Tutuştu yüreğimiz. Bu sevda hep böyle sürsün. Sevgi yüreklere sığmaz oldu. İki insan arasındaki sevgi emek ister, özen ister. İzlediğin sevgi yürüsün diye bakmışsa yüzüne, hele gülümsemişse yüreğinde güller açar. Bir gün, bin gün daha yürürsün ardından. Konuşursun, tutarsın ellerinden. Sonunda iki can bir olur. Bedenler tam olur, bütün olur, sevgi kokusuna dönüşür. Kokladıkça birbirinizi koklamaya, bakmaya, bakılmaya doyamazsınız. Sevgi bir insanın kendisini, karşısındaki insanda bulmasıdır. İnsan karşısındaki insandan çok o insandaki kendisini sever. Ama yeter ki o insan kendisini, kendisi gibi sevsin, korusun. Sevgi iki insan arasında karşılıklı olursa coşar, yücelir. İnsan gerçek anlamda birisini severse tüm insanlığı sever. Sevgiye hiçbir şeyin gücü yetmez. Ortak söyleyeceğimiz türkü sevgi üzerine olmalı. El ele tutuşsak, açılsa sokaklar, yürüsek hiç arkamıza bakmadan, yürüsek. Aşsak sınırları, kırlarda, bayırlarda, kasabalarda dolaşsak. Emeğin köle olduğu değil, kendi kendisinin efendisi olduğu ülkelere ulaşabilsek. Görkemli, güzel yürüyüşümüz. Bu gün dünden fazla, daha yüce olsa sevgimiz. Bu dünyanın hali böyle başa gelen çekiliyor. Dolarım onun yüreğine. Kendisinden başka bir kendisi vardır yeryüzünde. Yüreğimdeki uçurumlardan atarım kendimi aşağılara. Denizleri, suları sevmem bundandır. Her gün yüreğimde doğan kısa bir süre sonra ölen umut cesetlerimi bu sulara bırakırım.

Çocuğun gözleri yaşlıdır, çocuğu ve insanı sevgisiz bırakmayacaksınız. Çocuk bir güldür, başımızın tacıdır.

Susuz, güneşsiz çiçek büyümez. Eğer insan çölde bitki yetiştirebiliyorsa insandan, insan yetiştirebilmesi de olasıdır. Önemli olan yalansız yaşamaktır. İki insan, önemli konularda, hatta herhangi bir konuda bile, kendilerini hayvandan ayıran konuşarak sorunları çözebilme yeteneğinden yoksunlarsa dünyaya çocuk getirmeleri yanlış.

Bildiğim nikâhların en yücesi gönül nikâhıdır. Kadınlar her şeyi bilen, düzenleyen, yönlendirendir. Düzen değişmeden kadını değiştiremezsin. Ana baba çıkar kapısı değildir. Merhamet her kalbe misafir olmaz. Kendi kendinin efendisi olacaksın. Radyon var, televizyonun var ama düğmesi senin elinde. Aile bayraktan da, topraktan da, vatandan da kutsaldır. Çünkü aile olmazsa vatan da olmaz, bayrak ta olmaz. Erkek kadının, kadın erkeğin kölesi olmamalı.

Önce kitap yakıldı, sonra insan yakılan yıllara vardık. Katliamlar yaşadık din, inanç adına, demokrasi adına çağdaşlık adına. Buzdağı erimesin diye güneşi söndüremezsin.”