“20. yüzyıl Saint-Simon’la başlar. O bütün veliler gibi

tanınmadan yaşadı, küçümsendi ve ölünce ışık oldu.”

Cemil Meriç

18. yüzyılda dünyaya geldi (1760-1825), eserlerini 19. yüzyılda kaleme aldı,

20. yüzyıl düşünürü, Sosyolojinin düşünce babası, Fransız filozof olarak bilinir.

Felsefe, Sosyoloji, İktisat, Fizik bilimleriyle uğraştı. Ansiklopedi taslağı hazırladı.

Asil bir soydan gelir. Aristokrat, doğuştan Kont’tur. Fransız sosyalizmi kurucusudur.

Bir süre orduya subaylık yaptı sonra ayrıldı. Kendini ilme verdi. İlim aşığıdır.

Hayatını insanlık davasına adadı. Tek isteği toplumun refahı ve mutluluğuydu.

Sosyolojiyi toplum bilimi olarak gören, toplumun dertlerine çare arayan bir aydın,

Kutupları ahenkleştiren, dünyanın en incelenmeye layık adamı olarak tanındı.

Eserleri Avrupa düşünce tarihinin dönüm noktasıdır. Ölümünden sonra takipçileri Saint-Simon’cu düşünce okulunu kurdu, düşünceleri bir doktrin haline dönüştü. Auguste Comte, Karl Marx, Émile Durkheim düşünürlerin hocasıdır. Endüstri, Politika, Organizatör, Parabol adlı yayınladığı dergilerde bilimsel yazılar yazdı. İşsiz kaldı, dostları onu terk etti. Eserlerini ünlü kişiler basmadı. Başarısızlıkları tecrübe edip onları düşünceye çevirdi. Düşeceğine hep yükseldi. Çevresindeki gelişmeleri hareket noktası olarak alıp “Dünya yakıp yıkanlara değil, ilim adamlarına saygı göstermeli, İskenderlerin devri geçti yaşasın Arşimetler” diyerek hayalini kurduğu bilgi, sevgi, inanç düşünceli bir sentez oluşturdu. Saint-Simon’cu doktrin bir felsefe, bir insan sevgisi bilimi, kimi filozoflarca da “Akılcılığa iman, konusu insan” olan yeni bir din diye anılan bazı görüşleri:

“İnsanlığın tarihi, bir sınıf kavgası tarihidir. Toplum ikiye ayrılır: Çalışanlar ve aylaklar. Her toplumda bal arılarıyla eşek aralarının kavgası vardır. Çalışanlar, üretenler topluma yararlı iş gören balarısı sınıfıdır. Çalışmayanlar, üretmeyenler, üretime katılmayan, asalaklar, parazitler, aç insanlar, aylaklar, eşek arısı sınıfıdırlar. Eşek arısı sınıfı bal arısı sınıfının emeğini çalar. Üretenlerin yarattığı değerleri yok eder. Aylaklık, üretimi azalttığı için toplumun parazitleri ve düşmanlarıdır. Bunlar düpedüz hırsızdır. Çalışmadan yiyendir. Rahipler ve din adamı, asker toprağa alın teri katmayan, tüketici, hazır yiyici eşek arısı sınıfından olup derebeylik düzeninin koruyucusudurlar. 15. asırdan beri bütün buluşlar, icatlar din adamlarının eseri değil laiklerin eseridir. Din adamları ise 15. asırdan itibaren hükümdarların keyfi yönetimini destekledi, zenginlerin suç ortağı oldu. Din adamı bütün bunları maddi çıkarları için yaptı. Protestanlık, Katoliklikten de gerici. Her iki mezhep de yerlerini bütün milletleri ebedi huzura kavuşturacak olan yeni bir dine bırakmalı. Yeni kurulacak düzende toplumu yönetecekler zanaatkârlar, tüccarlar, fabrikatörler, endüstri ala­nında çalışanlar, sermaye sahipleri ve üretim uzmanları, işçiler, memurlar, çiftçiler, bankacılar, bilginler, sanatçılardır ve bunlar bal arılarıdır.

Bu dinde doğuştan gelme hiçbir imtiyaz tanınmayacak, insanlar kaynaşacak, milli bencillikler ortadan kalkacak, keyfi idarenin yerine tecrübe, ilme dayanan bir politika geçecek, zenginler kafa, fakirler kol olmayacak, herkes çalışacak. Çalışanların tek kaygısı olacak faydalı işler başarmak. Bilimle, akla uygun olarak düzenlenecek üretim, bütün çalışanları her bakımdan yükseltecek, yoksulları yoksulluklarından kurtaracaktır. Herkes çalıştığı, görevini yerine getirdiği ölçüde, üretimden payına düşeni alacaktır. Yarının toplumunu çalışanlar yönetecektir.

Mevcut haliyle toplumların yapısı olağandan fazla bozulmuştur. 1789 Fransız Devrimi ve onun eseri Evrensel İnsan Haklarının ilanı aşağı sınıfların cehaletini ve yoksulluğunu ortadan kaldırmamış, insanlığa mutluluk getirmemiştir. Oysa pozitif bilim çağı başlamıştır bu yüzden bilimsel düşünceye dayanan bir toplum bilimi kurmanın zamanı gelmiştir. Toplumdaki tüm insanların yoksul kalmaması, mutluluğa kavuşmasının yolu insan toplumunun yeni bir toplumsal düzenleme ve endüstri çağının gereklerine göre bir sosyal reformdan geçirilmesi ile sağlanabilir. Modern toplumdaki kriz pozitivizme dayanan yeni bir din ile çözülebilir. Yeni din kardeşlik ve sevgiye dayanan, ahlaksızlığın, cehaletin, yeteneksizliğin egemen olduğu toplumsal yapı yerine insana, tüm halklara, sevgi, bilim, zenginlik dolu evrensel, barışçı, kitleler üzerinde bir afyon olarak kullanılan sahte dinin yerine  “bütün insanlar kardeştir” gerçeğine, bir Allah ve insan sevgisine, iyi ahlaka dayanan yeni bir din egemen olmalı. Bir fakirler yığını olan işçi ve köylü sınıfına sosyal bir kişilik kazandırılmalı, sosyal asalakların har vurup harman savurduğu paralar, işçilerin eğitimine harcanmalıdır.

Devletin görevi güçlüyü korumak, zayıfı tesadüfe bırakmak değil toplumun ihtiyacını karşılamaktır. Toplumun başlıca görevi yaşamak için gerekli nesne­leri çoğaltan üretimi geliştirmektir; çünkü mutluluk ancak bu şekilde sağlanır. Her toplumun temeli emek, her toplumun varlığının tek garantisi de üretimdir. Bütün toplumlar üretimle ayakta kalırlar. Her servetin, her refahın, mutluluğun, zenginliğin kaynağı, toplum için en faydalı olan üretimdir. Üretime en elverişli durum toplumun en hayrına olandır. Üreticilerin dışında meşru bir toplum yoktur. Körü körüne imanın yerini serbest inceleme almalı. Toplumu ehliyet yönetilmeli. Toplum, bilginlerle üreticilerin oluşturduğu işçilerin kalkınmasını sağlayacak ve tüm toplumun yararına olacak bir şirketi haline getirilmelidir. İnsanı insan yapan üretkenliği ve yaratıcılığıdır. Her türlü ilerlemenin kaynağında insan emeği yatar, daha iyi bir dünya yaratılması da emek sayesinde mümkündür. Çalışanlar sınıfı rejimin aydınlık yüzüdür. Ahenkli toplum, emekçilerden meydana gelen bir dünyada, giderek daha rahat yaşayan düzenli bir insan topluluğundan oluşur. Maddi endüstri kuvveti ile manevi ilim kuvveti el ele vermeli, iktisat (ekonomi) her türlü müspet politikanın temeli olmalıdır.

Toplum canlı bir or­ganizma gibidir. Toplum demek çaba, üretim, eylem ve yaratma demektir. Toplumun insanları birbirlerine gelişigü­zel yaklaşmaz. Toplumun kökeninde çıkar öğesi vardır. İnsanlar, bir çıkar durumu ortaya çıkınca bir toplum halinde bir araya gelirler. Toplumlar bu ilişkiler sonucu uzlaşmayla kurulur. Toplumun başlıca görevi yaşamak için gerekli nesneleri çoğaltan üretimi geliştirmektir. Çünkü mutluluk ancak bu şekilde sağlanır. Üretimi yöneten yöneticiler görevlerini kötüye kullanmadan halkı aldatmadan, keyfi değil üretimi geliştirmenin gereklerine göre yönetmeli. Modern toplumun yön ve düzeni üre­tici olmayan bürokratlar değil bilim adamları ve sanayiciler tarafından belirlenmeli, ekonomik ve siyasi yönetimin başında banka, fabrika, maliye uzmanları, inanç ve eğitim gibi işlerin başında da bilim, sanat uzmanla­rı bulunacaktır.”