İlim ile cehaletin bitmek bilmeyen amansız mücadelesi insanlık tarihi ile başlar. Ne yazık ki cehaletin müşterisi, ilmin müşterisinden kat kat fazla olmuştur tarih boyunca. Bununla birlikte cehalet kadar cesaretli olamamıştır hakikat.
Firavunla Hz. Musa'nın, Nemrutla Hz.İbrahim'in, Hz.Muhammed'le Ebu Cehlin kavgası, hakikatle cehaletin en büyük kavgasıydı yeryüzü sahnesinde. Şirk ehli, tüm gerçeklere karşı, doğruya ve dürüstlüğe karşı olanca gücüyle şeytani cüretlerini bir bir ortaya koyarken, her zaman kendi cehaletinin haklı olduğunu savunmak uğruna kan dökmüş, ocaklar söndürmüş, toplumları fitne ve fesata boğmuştur. Bu sebepledir ki dünya tarihini anlatan kırk ciltlik kitaplar yazılsa bu kitapların otuz dokuz cildi kötülüğün iyiliğe yaptığı zulümleri anlatır. Çünkü insanlık tarihi bir zulümler tarihidir apaçık.
Orta çağ Avrupasında hurafe ve şirk dininin kanlı kiliseleri akıl ve ilim düşmanlığı yaparak hakikati kendi karanlığında boğmuş ve akıl almaz zulüm ve işkencelerle insanlığa kan kusturmuştur. Cehaletin önderliğini yapan papazların tasallutu altında ki kitlelerin de zulme ve karanlığa teslim olmaktan başka bir seçeneği olamamıştır. Cehalet salgını sadece kendi doğduğu topraklarda kalmamış çok kısa sürede tüm avrupayı da tesiri altına almıştı. Kilise haklıya ve hakikate düşman, zalime ve zulme destek verir tavrıyla zulmün egemenliğini ilan etmişti topraklarında.
Kilise zulmünün egemenliği pervasızca geniş halk coğrafyalarında istilacı, yayılmacı politikalarını sürdürüyordu. Aynı karanlık zihniyet yahudi dünyasında da benzer baskı ve zulümlerini yahudi hahamları önderliğinde egemen kılmıştı halkının arasında. Fakat batı dünyasının çok akılcı bir manevrasıyla başlatılan aydınlanmacı reformlar, kilise kaynaklı dinci zulmün sonunu getirdi. Batı dünyası papazların tasallutundan sıyrılarak ilim ve aklın aydınlığında hakikati buldu. Batıda matbaanın icadı tabi ki bu çağdaşlaşmanın en büyük ivmesi olmuştu.
Buralardan ortadoğu coğrafyalarına da bir salgın mikrobu gibi sirayet eden kanlı kara cehalet kısa sürede islam dinini ve müslüman kitlelerini etkisi altına alarak islam dışı hurafeci arap örf ve adetlerini din yerine koyup, islamın gerçek mesajlarını olabildiğince ya çarpıtmış ya da gizlemeye çalışmıştır. Hak dini islam arık Allah'ın murad ettiği sıratı müstakim çizgisinden saparak, zulme ve zulmün işaret ettiği karanlığa hizmet eder bir yola girmişti. Son peygamber Hazreti Muhammed'in şirke ve cehalete karşı verdiği amansız mücadelesi islamın bu topraklarda kökleşmesine ve çok kısa sürede çevre coğrafyalarda da benimsenip yayılmasına neden oldu. Ne yazık ki asr-ı saadetten sonra yani peygamberimizin vefatını takip eden kısa sürede zulüm ve cehalet olanca hızıyla ortadoğu topraklarını aynen cahiliye dönemindekini aratmayacak biçimde yeniden kasıp kavurmaya devam etmişti.
Yeryüzünde cehalet, çoğunlukla baskılanmış ve gerçek mesajlarından kopartılmış olan hak dinler kullanılarak örgütlü hale getirilmiştir. Kitleler Allaha hizmet yolunda yürüdüğünü sanarak zulme ve karanlığa hizmette birbirleriyle yarıştırılır hale getirilmiştir. Oysa yeryüzüne indirilmiş olan hiçbir ilahi hak din asla cehalete ve zulmün karanlığına kapı aralamaz. Din insanlığı birleştirmek ve zulme karşı tek yürek ve tek bilek haline getirmek işin çaba gösterir. Bütün hak dinlerin tek ve ortak düşmanı zulümdür. Kuranı-Kerim de Bakara Suresinin 193. ayetinde buyurulduğu gibi' Zalimlerden başkasına asla düşmanlık yoktur' ilahi mesajıyla da bu hakikat vurgulanmıştır.
İnsanlık tarihi boyunca hemen her toplumda cehalet ve bunun tezahürü olan zulüm bir sekilde hüküm sürmüştür. Yani zulüm ve cehalet her toplumda var olmuştur ve var olacaktır. Burada zulmün var olması asıl vahim olan durum değildir. Asıl vahim olanı bir toplumda zulmün egemen olmasıdır. Bir toplumda zulmün egemen olmasında ki en büyük katkı istikrarlı cehalete aittir. Cehaletin hüküm sürdüğü her toplumda mutlaka sömürü ve zulüm iklimi hakim olur.
İlme ve akla düşmanlık toplumsal kaoslara ve huzursuzluğa yol açar. Kitlesel huzursuzluk toplumsal barışı ve adaleti çürüterek sınıfsal ve mezhepsel bölünmelerin fitilini ateşleyip dış mihrakların istilacı amaç ve arzularına müsait ortam hazırlar. Toplumsal kaosların olduğu ortamlar aynı zamanda sosyal ve ekonomik krizlerin oluşmasına da zemin hazırlar. Derin ekonomik krizler beraberinde siyasi devlet krizlerini ve devlete ait beka sorunlarını doğurur. Toplum adeta bir felaketler sarmalı içerinde debelenir hale gelerek asla bir çıkış yolu da bulamaz.
Aklın yolu birdir. Toplumların düzlüğe çıkışı akla ve ilme düşmanlıkla değil, Allah'ın işaret ettiği ilim üzerinden yürümekle olacaktır. Önce eğitim alanında kalkınma, sonra eğitilmiş insan gücüyle üretim ve ekonomik istikrar ve de iktisadi kalkınma. Sonuçta da siyasi bagımsızlık ve lider toplum, lider ülke seviyesinde çağdaşlığa uzanan köklü bir değişimdir milletlerin ayakta kalabilmesinin en gerçekçi formülü.....