Toplumsal gücü zayıflatmanın en ideal yolu, toplumu kutuplaştırmaktır. Kutuplaştırılmış olan toplum, hak ve özgürlüklerini aramaya fırsat bile bulamaz birbiri ile boğuşmaktan. Böyledir sınıfsal hiyerarşinin acımasız düzeni ve binlerce yıllık geçmişin tanıdık sahnelerini koyar her seferinde insanlığın önüne bu düzen. Toplumsal barışın, kardeşliğin, huzur ve emniyetin sigortası birlik ve beraberliktir kuşkusuz. Toplumsal güç birliğinin çimentosudur dayanışma. Dayanışmanın ve sosyal bütünlüğün katledilmesi, sınıfsal ayrımcılığın ortaya çıkışı ile mümkündür en basit yoldan.


 

Toplumu sınıflara ayırma, özellikle iki amaca hizmet eder. Bunlardan birincisi toplumsal güç birliğini ortadan kaldırmak, diğeri ise sınıfsal ayrımcılığı kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmak. Bu çeşit ayrımcılığı daha çok sendikacılık oluşumlarında görürüz. Sağ sendika, sol sendika, muhafazakâr sendikacılık ayrımcılıklarıyla belirli bir sabit görüşe odaklanmış olan sivil örgütlenmeler, kendi siyasal yaşam biçimine uzak olan karşı gruplarla bir araya gelme ve güç birliği yapma konusunda oldukça despot tutumlar içerisinde bulunur. Dava ortak, hedef aynı. Maksat emek ve ekmektir. Fakat sırf ideolojik görüş ayrılıklarının varlığı yüzünden asla ortak bir katılımcı propaganda ve birleşik eylem içerisinde yer almazlar. Çünkü ideolojik ayrımcılık, hak ve özgürlük gibi, emek ve alın teri gibi, istikbal ve hürriyet gibi kutsal kazanımların önüne geçmiştir artık. Nice kazanımların yok oluşu bu sayede vücut bulur. Sivil dayanışma ve örgütlü birlik giderek kan kaybeder, zayıflar ve takatten düşer. Sadece sembolik bir avuç kalabalık ve çürümeye başlamış, boyaları dökülmüş kelepir tabela kalmıştır sendikaya ait. Tek tabela, tek amaç, tek slogan. Aş, iş özgürlük, insanca bir gelir, eğitimde fırsat eşitliği gibi özlemi çekilen konular üçüncü sınıf konular ya da ucuz kahramanlık heveslilerinin tenezzül ettiği gereksiz tutumlar olarak ifşa edilir. Maksat sofrada ki ekmeğin büyümesi değil, kendi ideolojik şemsiyemizin altına ne kadar çok üye devşirebileceğimiz ve bu sayede arkamıza topladığımız kalabalıklarla, meydanlarda 'biz haklıyız, biz güçlüyüz ki bakın onun için böyle herkes bizimle' dedirtebilmenin sözüm ona haklı haykırışlarını sergileyebilmektir. İdeolojik haykırışların meydanlarda yankılanmasının verdiği haz, sofrada ki ekmeğin, tabakta ki zeytinin, bardakta ki suyun ve hatta düşlerdeki, hayallerde ki mutluluğun azalmasının ıstırabını bile bastırır.




Kutuplaştıkça daha hırçın, kutuplaştıkça daha agresif daha da bir çığırtkan hâl sergilenir her platformda. Bu hal ve hareketler, kutuplaştıran güç odaklarının tam da istediğidir. Böyle olmalıdır ki toplumsal güç birliği dumura uğrasın, hedef şaşsın, yozlaşsın ve işveren konumunda ki doymuş zümrelerin her geçen gün kazançları katlanırken, aynı dava ve aynı kazanımlar için bir araya gelmesi gerekenler sınıfsal ya da ideolojik ayrımcılıkları yüzünden parça parça olsun bölünsün, ufalansın ve hatta birbirlerine düşsünler. Onlar ufalandıķça, onlar küçüldükçe umutlar ve hayaller de küçülsün ve yok olsun. Yok olan hayalleri biz satalım onlara. Bir piyango biletinden, bir lotodan kaç hayal çıkar bugüne ve yine kaç hayal yok olur yarına.. Dövüşmek bedava, hayal kurmak bedava lakin hayat çok pahalı bilmiş olun. Evet Hayatla dalga geçmenin hazzına hiçbir haz yetişemez. Fakat faturası çok ağırdır.
Mutlu azınlık ve mutsuz kalabalıkların bitmek tükenmek bilmeyen hikâyesidir bu. Alt sınıflar, orta sınıflar ve aristokrat üst sınıflar. Üst sınıflar her zaman mutlu. Savaşta, barışta, kıtlıkta, yoklukta, salgında depremde, selde ve yangında. Her an her şey olabilir fakat hiçbir şeyin, aristokrat sınıfın rahatını bozmaya gücü yetmez. Baskıcı ve ketum halleriyle her zaman bunlar haklıdır. Hangi siyasal görüş iktidara gelirse gelsin bu üst zümrenin işi yürüdüğü ve kendilerine hizmet edildiği sürece zerre kadar bir şikâyetleri ve sızlanmaları olmaz. Bu gün bu iktidardan, yarın bir başka iktidardan. Hiç önemli değil, yeter ki kardan zarar etmeyelim. Gelen ağam giden paşam. Orta sınıf yesin birbirini. En alt tabakanın yaşamaya bile hakkı var mı yok mu gelin tartışalım. Muhafazakârın yeşili, solcunun kızılı. Sahi hangi renkten bir gömlek diktirsek daha yakışır açlıktan kaburgaları sayılmaya başlamış solgun ve cılız bedenlere. Yeşilin veya kızılın zerrece bir yararı olur mu acaba rutubet kokulu gecekondu odalarında görülen beşinci sınıf siyah beyaz rüyalara. Güvercinleri ürkütmeye değdi mi meydanlarda birbirimize söverek yaptığımız kavgalar ve yedik birbirimizi. Kardeşin kardeşe sıktığı kurşun mu daha ağır, yoksa zenginin para kasası mı. Neyi hallettik ve kim kime maşallah dedi...




Sınıf ayrımcılığı ve sınıfsal kutuplaşma, her zaman üst sınıfların alt sınıflara karşı acımasız despotik tutumlar sergilemesine yol açarak, hakça bolüşümün, insanca yaşamın en büyük engeli olmuştur. Sınıfsız bir toplumu inşaa edebilmek sahiden çok mu zor yoksa ayrımcılıklardan beslenen azınlıkların hedefi mi bu.




Mutlu ve müreffeh bir toplumun temelleri asla kutuplaşmalar üzerine kurulamaz. Sınıfsal bölünmeler, huzursuzluğu, fakirliği, hak ve hukuk zaafiyetini ve düşmanlığı getirir. Çalışma hayatını ve iş barışını bozar. Gelir dağılımı adaletsizliğini daha da körükleyerek sınıflar arası çatışmalara, ideolojik kavgalara ve kitlesel kaoslara zemin hazırlar. Emek, ekmek, alınteri, insanlık ve ve kardeşlik yine bu kavganın kaybedeni olmaya devam eder. Vatan için, bayrak için, ekmek ve barış için, huzur ve selamet için güç birliği şarttır. Bölünerek asla kazanamazsınız. Zira bölünerek kazananlar, sadece kanser hücreleridir.....