MUZO-MÜNİRE
Yaşıtlarının çelik çomak oynadığı yaşlarda tarlada çift süren, harmanda sap savuran adamın yaşı daha yeni on yediyi geçmiş on sekize giriyordu.
Babası yıllar önce ölmüş, kardeşi, bacısı, iki kız yeğeni ve annesi ile kalan çocuk artık küçük adamdı.
Annesinin ısrarı ile uzaktan akraba olan köyün sessiz sakin, namazında niyazında hoca lakaplı Halil ağanın kızı için dünür gittiler. Birkaç defa düğünde dernekte uzaktan gördüğü henüz on üçünde kız ile evlenme işi anası ve emmilerinin dünürcü oldukları evden olumlu sonuçla dönmeleri ile ciddileşti.
Kısa sürede kızın yaşı on dört oğlanın yaşı on sekiz olmadan köy şartlarında ne kadar olursa öyle bir düğün ile evlendiler.
Kapıdan girince tam karşı duvara yapılmış bir ocak ve sağlı sollu toka dedikleri duvara gömülmüş dolap şeklindeki iki nişten oluşan bir salon yapılmıştı. Yemek salonu, oturma odası, mutfak, dinlenme yeri, evdekilerin toplanma odası. Kısaca evin her şeyi olan bu salonun kapı arkasında alt kattaki ahıra inen, tahta bir kapağın açılmasıyla ortaya çıkan merdiven vardı. Salonun kuzeye bakan kısmına bir oda yapılmış. Karanlık oda diye isim verilen odanın yine kuzeye bakan kısmında ince tel ile kaplanmış küçük bir penceresi var ve ışığı sadece oradan alıyor. İçeri buz gibi serin. Pekmezi, turşusu, yağı, unu… Kısaca evin tüm mutfak malzemelerinin yanında yatağın yorganında bir kenara konulduğu, kiler oda bulunuyordu.
Salonun diğer köşesinde bir kapı daha var ve bu kapı yatak odası ve misafir odası olarak kullanılan odaya açılıyor. Odanın köye bakan yazlık denen balkonunu tarafında bir penceresi var. İki tarafa açılan bu pencerenin önü de niş şeklinde duvara gömülmüş olduğundan camın önü her zaman birkaç objenin durduğu yer olarak dikkat çekiyor.
Eski yağ tenekesinin saksı yapılmasıyla içine dikilmiş gül, idare denen içine yanmış yağ konan lamba, bir bardak ve plastik bir sürahi o pencerenin daim elemanları.
Odanın bir bölümü bir, bir buçuk metrelik alan şeklinde ve yerden on beş santim yükseltilmiş beton ile çevrilmiş. Burası evin banyosu. Kışın bu alanın yakınına kurulmuş teneke soba ile ısıtılır. Misafir geleceği zaman beyaz el işi dantel ile süslenmiş örtüler, toprak sedir üzerinde ki minderlerin ve hasır yastıkların üzerine serilir süslü bir oda olur. Yatak odası olacağı zaman ise döşekler serilir yerlere, yataklar yapılır evdekilere yatak odası olurdu.
Nişanlılık dönemlerinde kaçak köçek çeşme başlarında bir iki defa bir birlerini görmüş gençlerin düğünlerinden sonra ana, bacı, gardaş ve yeğenler ile yaşayacakları ev burasıydı.
Evliliklerinde ikinci günde tarla, bağ bahçe işleri başladı. Köyde balayı bir gün sürüyordu adeta.
Araya askerlik ve iki buçuk yıllık hapis süresi girmenin dışında nerdeyse iki yılda bir çocuk olacak şekilde yedi evladın olduğu bir evlilik. Asker yolu gözleyen bir kadın. Hapisteki kocasının yolunu gözleyen bir kadın. Tarlada ekin biçen bir kadın. Bahçe sulayıp, sebze toplayan bir kadın.
Evinde eşinin ve çocuklarının yemeğini eksik etmeyen kadın. Çamaşırını, bulaşığını, kapıdaki köpeğin, kümesteki tavukların, banyo, tuvalet sularını bir km ilerdeki köy çeşmesinden helkelerle taşıyıp eksik etmeyen kadın.
Evlatlarına yetişen, eşine yetişen, aşına yetişen, köyün tüm işlerine yetişip, iki günde bir saç üstünde ekmek edip her bir şeyi tam etmeye çalışan kadın.
Ve bu kadın elli yıllık evlilik ömründe, yokluk görmüş, yoksulluk görmüş, çile çekmiş, yalnız kamış çalışmış, eşine omuz vermiş çalışmış. Belki cahillik belki farklı nedenlerle bazı zamanlar şiddet bile görmüş.
Ama bu kadın bir kere eşine sesini yükseltmemiş. Bir kere eşine bağıramamış, bir kere eşine hakaret etmemiş, bir kere eşine komşunun şunu var, akrabamın bunu var benim niye yok dememiş.
Bu kadın elindeki ile hep yetinmiş, şükretmiş, namazını niyazını hiç aksatmamış, varsa da yoksa da şükretmiş.
Kimine göre eşinin sert ve acımasız göründüğünden böyle tertemiz kalmış bir kadın olduğu söylense bile onun edebi hoca babasından gelen terbiye ile olduğu için hep sabır ile yoğrulmuş.
Çocuk yaşta babasız kalan adam ise, gençliğinin başında birde evlenme sorumluluğunu almıştı.
Köyde tutunmanın sert, acımasız, gaddar görünmekten geçtiğini bilen adam, aslında merhamet dolu olmasına rağmen çevrenin etkisiyle hep öyle anılmış. Bu uğurda ailesi uğruna adam yaralamış, hapis yatmış, köyde garip kalacağını bildiği halde kendilerini kurtarsınlar diye kardeşini oğullarını şehre gönderme ve orada yaşamalarını sağlamış fedakâr adam.
Sırf geride kalan çocukları ve eşi rahat etsin diye, tarlasını, bağını, bahçesini terk edip şehirde fabrika işçisi olmuş adam.
Bir gün bile eşini evlatlarını muhannete muhtaç etmemiş, kimsenin eline bakar duruma bırakmamış, yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş, eşi ve evlatlarına elinden gelen her türlü fedakârlığı yapan adam.
İşte bu iki fedakâr ve cefakâr kadın ile erkeğin evlilikleri yaklaşık elli yıl sürmüş. Adamın elim bir kaza sonucu hayata veda ettiğinde hayatının kıyameti kopan kadın da fazla yaşamamış, eşinin öldüğü yaşa gelince beş yıl sonra oda ebedi âlemde kavuşmak üzere eşinin ardından süzülmüş gitmiş dünya denen gemiden.
Yokluk ile birkaç kez uzaktan gördüğü kişi ile evlenen bu insanların elli yıl süren evliliği çok kişiye örnek olmalı.
Yedi tane çocuğu günün şartlarına göre evlendirdiler, hayırlı evlilik yapması için gayret sarf ettiler, torunları oldu sevindiler, belki boynuna alıp gezdirmedi adam torunlarını ama ellerinden tutup bakkala götürürken mutlu oldu. Kadın tasarruf ettiği üç kuruşu torununun eline sıkıştırırken ne büyük saadet duydu.
Belki ömürlerinin son deminde kızlarını oğullarını evlendirip azıcık rahat ettiler. Ama o fakirlik günlerinde gecesini gündüzüne katıp, elleri patlarcasına ayakta duramaz halde yoruldular ama el açmadan yettiler birbirlerine.
Ekmek bulamadılar, evleri küçüktü, üst üste çocukları oldu, aşları sınırlı oldu, durmadan çalıştılar, didindiler, eşyaları lüks değildi, arabaları yoktu belki.
Ama onları birbirlerine bağlayan adı konmamış bir sadakat bağı vardı. Eşlerin birbirlerinden başkasının kendilerine çare olamayacağı bilinciydi.
Aç susuz kaldıklarında, çaresiz kaldıklarında koşarak, teyze, hala, amca, dayı, arkadaş, dost aramadan, bizim çaremiz bizde. Derdimizi kimseler bilmesin, biz omuz omuza verirsek her şeyi atlatırız diyerek bunu başarmış bir evlilik.
En ufak bir tartışmada daha tartışma bitmeden telefona koşup, eşini ona buna gammazlayan erkek ve kadınlara örnek olsun bu evlilik.