Sevdada; Göz kapağını açarsan Gönül kapağın kapanır...! Gönül kapağını Açarsan, Göz kapağın kapanır...! Demiş çokbilmiş bilge kişinin birisi.
Bir yandan göz ile gönlün kavgasına hakemlik yaparken bir yandan da ayakların “Zemin mi ileri kayıyor yoksa duvarlar mı geri gidiyor.” ikilemesine cevap bulmaya çalışıyordu biçare akıl.
Adımlar sıklaşıyor ama adımlardan çok kalbin atışı hızlanıyordu devasa binanın içine plastik bariyerlerden yapılmış koridorunun içinde ilerlerken.
Ne bir damla az, ne bir metre kısa, ne bir gram eksilmeden her girdiği “ilk giriş ve ilk görüş” gibi heyecanlı oluyordu. 
Gözlerini yere eğiyor ayaklarının yürümekle uçmak arasındaki hareketlerine eşlik ediyordu. Ama gönlünü eğemiyordu yere. Adeta gönlü kanatlarını açmış her bir noktayı inceleyerek sevgiliye koşuyordu. Galiba bu gönlün göze ilk galibiyetiydi. 
Ve…
Göz, gönül, ayaklar, semaya açılan eller ve her yeri ayrı titreyen vücudun her zerresi aynı anda bir olmuş sevgiliye kilitlenmişti. 
15 metre yükseklikte üzerinde ayetlerin yazılı olduğu altın renginde kuşağı olan simsiyah bir yapı. 
Siyah ama bir siyah böyle mi güzel olur? Adeta siyah değil tüm renklerin birlik olup bu güzelliğe güzellik katmak için kavgasız riyasız hesapsız sınırsız bir olup mücadele ettiği alan gibi.
Göz damla damla yaşlarını bırakmış, kırmızılaşan yanaklardan çeneye süzülürken, Burun sevgilin kokusuna odaklanmış, titreyen dudaklardan okunan dualar dünyanın en güzel sesi olan uğultuya karışıp kulakları şahit ediyordu.
Eller semada, bacaklar vücudun ağırlığını bırakmamak için mücadele ederken kara örtüye koşmak için beyinden komut bekliyor.
Ya gönül…
Bir santimi bile boş kalmamak kaydıyla doldurmuş içine siyahı. Ama siyahı içine doldurdukça nurlanmış, öyle nurlanmış ki siyah siyahlığını yaparken gönlün içinde beyaz da bir başka anlam yüklemiş derinliğine. Adeta siyah beyazın kardeşçe yarışı benliği sarmıştı.
Birkaç dakikalığına siyahın karşısında kayboldu gitti. 
Gözleri ile siyahın içinde yittikçe gönüllerde güneş doğuyordu. 
Biraz önce göz ile gönül birbirine “Ben daha çok seviyorum” kavgası ederken şimdi Aklıda yanlarına almış, saçın telinden ayak tırnaklarına kadar titreyen sevgi seline kendilerini kaptırmış zikir ediyorlardı.
Gönülden öyle “çok”lara dua ediliyordu ki; cennet kardeşliği temelinde eş, dost, arkadaş, akraba, evlat derken dua ile gönül gökyüzüne süzülüyordu. 
Şimdi pervane olup yanma zamanı diyerek göz siyahtan ayırdığında cennetini gördü. 
Cenneti yanında göz, gönül ve akıl, vücut bir olup siyahta yitmeye yürüdü Kâbe’sine doğru koşar adım.
Ama ne gönül kapağı, ne göz kapağı kapandı sevdanın ateşinde.
MEKKE 
Aralık 2024