MÜKEMMELİYETÇİ DÜNYA
Yaşanmaz dünya dağlarının, dumanında duranlar var! Bu durumdan habersizlerin dalgalarında kırılanlarda cabası... Bunca umursamazlığın belini büken inancın ağaçlarında serinleyenler ise bir yemişten bir diğer yemişe koşarak sevinçle sarıldılar kuru dünyaya. İçinde kanlı omuzların, rüzgârlara savrulan yapraklarıyla dolu olduğunun farkına dahi varamadılar.
Yaşantıyı bir tren ıslığında gezdiren dünyanın, siyahlığında bulunmanın özgürlüğünü kimseye anlatamadık. Yaratanın yok iken var ettiklerini görmezden gelen kırmızılara, söz dahi yetişmiyor. Hezeyanların hınzırlığında, gelgitlerin ötesine yüklenen boşluğu fark ettiğimizden beridir, ölüyoruz.
Bu ne diyor yine demeyiniz. Ne dediğime değil, ne anlattığıma kulak veriniz. Gönül ile bakılan her uçurum, birer dümdüz yola çıkar. Toprağın ayna ile buluşmasını bir vakit insanlara anlatan oldu. Toplumun bunca hikmete hazır olduğunu bilenler, bilmiyormuş gibi yapanlara öğretmek için canhıraş çalıştı. O gün bugündür, bir ikilemdir devam edip gidiyor.
“Ve” bağlacını yerli yerinde kullanamayan milletimizin, öz varlığında tutuşan maceralara gönlümüzü artık açmanın vakti geldi. Milletimizin saf benliğini kuşatan inancımızda, bağlacın sürüncemesini gözlerde gezindiğini görmek, bu denli acı vereceği aklıma gelmezdi doğrusu... Yazmanın ve okumanın ötesinde bir cihana açtığımız kanatları vurdular. Sanki gizli bir el, beyaz bulutları yararak yağmur gibi üzerimize yağdı. Sanki engellerin şaşırtıcılığını tahtakurusu bir masaya hapsetmenin sıradanlığında boğulduk. Affetmeliyiz belki de bize yapılanları. Kimileri dil barajının aşılmadığından dem vursun, kimileri de hayatımızdaki ekonominin iğrençliğinden... Sonuçta hepsi de akidenin yüzgeçlerini kesmiyor mu? Avrupa engellerinde bir çizgi de olsa bir arpa yol almıyor mu?
Yine karşılıklı bakıştığımız gecelerden süzülen ırmaklara kulaç atmaya geldik. Evet, işte biz yüzmeyi biliyoruz, demliyiz artık. Uçmaya hasret bir katre gibi. Boşluğun yankılandığı özleme katılan çaresizliğimizde susuyoruz. Bütün bu olanlara rağmen susuyoruz. El pençe durduğumuz gençliğin önünde hayretten hayrete yaklaşan benliğimizin izini sürüyor. Utanmanın pis ve aşağılık sayıldığı bu kesretin yalnızlığında, birliğin çatısına sığınmaktan başka çaremizin olmadığını da biliyoruz. O halde yol boyu uzanan yeşilliğin göğe açılan ellerinde, adımlamak hayatı başka güzellikleri içimizde yaşamamıza engel olamaz. “Ve” lerin çokluğunda dünyanın faniliğine meydan okumaya geldiğimizi son haykırışların, son cephesinde bir kurşun misali temsil ediyoruz. Teslimiyetin ardıcından ayrılmayanların, köklerinden mahrum kalmayışı sarmalar hepimizi. Toplumun çırpınışıyla el verilen bilirliğin adını koymadığımız yerdir, dünya. Ve hayatın içinde yegâne mükemmelin idrakiyle yükselen saflarımızın tutulduğu yerdir, dünya. Öyle ki mükemmelin teklendiği nokta, noktaların bittiği yerdir, dünya.