DÜ CİHÂN ÂRESİNDE FARAZİ DÜŞLER

Mestânedir bu gönül, mestliğedir bu der-i cihan, gelin birlikte birleyelim...

Hayatı kuşatan, tek yaratıcının kudretiyle yaşadığımızın idrakini elden bıraktığımızda, rezillik dizimizin boyunu aşıyor. Öyle ki yürüdüğümüz her yol, çığırından çıkıp ensemizden tutuveriyor. Tüm bunlar yaşanırken insanoğlunun vurdumduymazlığı bazı kimselerin de umurunda değil. Olup bitenden haberi olanlarınsa pek bir şey yapacak çaresi yok.

Temelsiz apartmanların çatısından atlamak, insanımızın kolayına gelse de pek tabii denilebilir ki dünya ve ahiret arasında bir yerlerde dolaşmaktan yorulduk. İnsanımız belli ölçülerde var olan dogmalardan kurtulmanın yolunu yine dogmalara sarılmakta buluyor. Çözüm mü? Duyulmaya imkân vermeleri yıllarımızı aldı. Patronların masasından aldıkları birkaç yemişin hesabı sorulmadığı sürece de bu düzen bir hayli böyle gideceğe benziyor. Şimdilerde herkesin dilinde tutturulmuş “bir nefsi öldürmek” türküsü, alabildiğince tüttüren tüttürüyor. Anlaşılan sokaklar çocuk sesinden dolup taşıyor ki bunların ağızları kulaklarında. “Kulaksızların memleketinde yaşıyoruz!” diyorum aldıran yine yok. Sahi aldırmak ile aldanmak aynı mı? Elbette değil. Hiç aynı olur mu? Birileri geliyor ve hayatımızda kapanmaz yaralar, onulmaz izler bırakıyor. Diğer yanda insan zaten yaralı başlamıyor mu hayata? Bu rezil dünyanın kepazeliğinde debelenip durmak çok mu kolay geliyor insanlara? Sualler sualler üstüne binerek dağ oluştursa da günün birinde kuş gibi uçacağımızın garantisini verecek olanı beklemek huzur verici geliyor kulaksızlara... İhtiyarların gölgesinden sızan ıslıkları tuttuğumda, gecenin körlüğüne kapıldım. Selamların ve bakışların ötesinden sizlere dört ana kapıda buluşmayı teklif ettim.

Hayatı kuşatan anlamın faraziliğini yaşayanlardan olmayalım dostlar. Öyle ki büyüteç ile bakılan harflerin gölgesinde durmayalım. Bırakalım, zamanın sahibi gereğince her işimizi hal yoluna girdirecektir. Sadece bakmasını bilelim. Bilmenin ölçütlerinden biri de bilmediğini idrakten geçer. Cahil olduğunu idrak edemeyen beşer, hiçbir vakit insan olamaz. İnsan olmayanı ise muhataba almazlar. Bu denli düşünüldüğünde anlıyoruz ki önce bir çerağ yakmak için yanmak gerekir. Yanmak hiç kolay iş değildir.

Dünyayı terk edip fezaya da gidilse yine insanın yakasını toplayan vardır. Ellerini çektirmeye çalıştığınız her kim var ise onlardan beriî ve iştiyakı daha fenasından bahsetmekteyim. Gerçekliğin peşinden koşanların, asla yetişemediği hakikat ummanıdır bu anlam. Bu yüzden insan olabilme yolculuğunu tutturabilmiş kimselerin umduklarına denk, birkaç haslet vardır. Bu hasletlerin içinde en kavi olanı aşktır. Tarife kalkanların çuvalladığı, onca zihnin kaldıramadığı büyük bir güçtür. Bilginin ötesinde, aklın durduğu noktadan alındığı sanılan bir anlamdır. Hâlbuki sıradan, gündelik yaşantımıza dokunan nice hikmetin farkına varanların bile aldırmadığı nemenem şeydir o. Ferdin enfüsine giden yolların kenarında duran bahçelerden sarkar da kimse aldırmaz. Bedenine haydari giyenin dervişe gark olmadığı gibidir bu hayranlık. İşi edenden sormalı ki arada kalmışlığın çaresizliği kimseyi incitmesin. Bir an önce tedbir alalım diye söylemiyorum. Hani olur ya bilmediğimiz sokaklarda kayboluruz da bir daha geri dönemeyiz diyedir telaşım.