O’nu bu günlere gelinceye kadar pek bilen de yoktu… Tanıyanda. Ailesi yıllar önce, Anadolu’nun düşman ayağı değmemiş bir coğrafyasından “gâvur elleri”ne “ekmek parası” kazanmaya gitmişti besbelli… Belçika’da doğmuş, orada iyi bir eğitim almış, birkaç yabancı dili kendi anadilinden daha iyi konuşacak seviyede öğrenmiş… Modern; yönünü batıya çevirmiş, çağdaş düşünen bir genç kız… İstikbâlimizin aynası! Gelecekteki Türkiye’mizin yeni yüzü!... Yıllardır özlemini çektiğimiz, girebilmek için ne büyük fedakârlıklara katlandığımız AB’nin ve de saygıdeğer büyüklerimizin de tam da istediği gibi bir genç! Yeni; “Türkiyeli” “örnek genç” modeli!.. Ne yalan söyleyeyim: Onlarca ülke arasında benim de favorim O idi!.. Müzik ve dans kültürümüzü Avrupa’ya hatta tüm dünyaya en iyi bir şekilde tanıttığımız figürler –oryantel- hârika idi! Kızımızın sahne şovu, üzerindeki elbisesi, kıvraklığı… Seyredilmeye değerdi doğrusu! Sözlerini pek anlamasak da hareketli müzik eşliğinde söylenen İngilizcesi pek de mükemmeldi!.. Söz yazarı, bestecisi, “sevgilisi” olan şahıs; “Türkiye’de İngilizce’ye bu kadar iyi hâkim olan başka bir solist bulamazsınız” diyerek alkışlamış, O’nun dil bilgisi seviyesini de tam notla ödüllendirmişti… Yıllardır -Avrupalı olduğumuzu ısrarla söylememize rağmen- yüreğimizden bir türlü söküp atamadığımız, doğulu-Asyalı kimliğimizi Belçikalı Hadise ile yırtıp atmaya da ramak kalmışken, bu sefer de olmadı… Sevgili Okurlar!.. Bizleri tanıyan bir kısım saygıdeğer dostlarımın yukarıdaki satırları okurken; “Eyvah ki eyvah!.. Adil Hoca’yı da kaybettik” diye öfke ile mırıldandıklarını duyar gibi oluyorum!.. İçim burkuluyor… Bilge Kağan’ın, Hoca Ahmet Yesevi’nin, Kaşgarlı’nın, Yunus’un, Mevlâna’nın, Karamanoğlu Mehmet’in, Atatürk’ün kemikleri sızlıyordur şimdi bir bir!.. Özür diliyorum, edeple onların ruhundan!... “Türkçe; ağzımızda annemizin ak sütü gibi helâl ve temiz…” değil artık! Şehitlerimizin mukaddes kanları ile yoğrulan bu kutsal topraklarımız üzerinde gururla, şerefle dalgalanan ay yıldızlı bayrağımız ne kadar mübarek ve kutsalsa, “ses bayrağımız” diye şairin nitelendirdiği dilimiz, güzel Türkçemiz de o kadar mübarek ve kutsaldı!.. Şimdiler de… değil artık!.. Yurdumun semalarında, ay yıldızlı bayrağımdan öte, başka başka bayraklar dalgalanıyor artık! Bizi tarih boyu tek bir millet olarak ayakta tutan güzel Türkçemizin yerine, bu günlerde, başka başka dillerle söylenen şarkı ve türkülerle coşuyoruz!.. “Bayramlarda düğünlerde/ Toplantıda yığınlarda/ Sıkılınca dar günlerde/ Türküz türkü çağırırız.” diyen Sivaslı, hiç okul yüzü görmemiş, iki gözü âma Aşık Veysel’imizin kemikleri sızlamıyor mu dersiniz?!.. “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.” diyen yüce Atatürk, bu günleri görerek mi bu sözleri söylemişti acaba?!.. Sevgili Dostlar; Bizim gayemiz, zülfü yâre dokunmak değil!.. Lâkin “Ne mutlu Türk’üm Diyene” sözünden rahatsız olan “Türkiyeli”lere, –izninizle- yine büyük Atatürk’ümüzün şu tarihi sözlerini de yüzlerine çarpmak isterim: “Türk milletindenim diyen insanlar, her şeyden evvel ve mutlaka, Türkçe konuşmalıdır.” Selâm, saygı ve muhabbetle!..