Gökyüzünde ki yıldızlarla isim yazmaya çalışırken esen rüzgârın ruhuna verdiği huzuru bütün benliğinde hissetmenin hazzı ilmek ilmek işlemişken, gelen bir sözün bütün benliğine verdiği hazzı bir an soğuk duş etkisi vermişti yüreğine “ Yıldızları direksiz gökyüzünde tutana şükretmek gerekmez mi?”

Herkesin bir hayali vardır gökyüzüne bakıp tahayyül ettiği bir anısı bir geçmişi. Peki, hayal kurarken ayı, güneşi, yıldızları hiç bir bağlantısı olmadan gökyüzünde yerini bildiren bizlerin hizmetine veren ve dünyada ki bütün yaratılmışları hizmetimize gark eden Allah azze ve celleyi hayal etti mi? Büyüklüğünü, azametini, zenginliğini…

Nedense hep düşünmekten imtina ediyor, düşünenlere ise fazla derinlere dalma boğulursun diye serzenişte bulunuyoruz. Kelimeler ile ifade edemeyeceğimiz, ciltler dolusu kitaplara sığdıramayacağımız kadar büyük ve azametli. Yalnız kutsi bir hadiste der ki Rabbimiz “ Merhametim, gazabımı geçti” diye. Aslında peygamberlerimizin hayatına baktığımız vakit, hep en ağır imtihanları sevdikleri çekmiş, bizlere birer örnek olsun diye. Siyeri okuduğunuz vakit Peygamber efendimiz (sav) 63 yıllık hayatında 63 saat rahat görmedi. Sahabe efendilerimizin hayatlarına baktığınız vakit nasıl bir yaşam sürüyorlar, dine nasıl hizmet ediyorlar görmemiz elzemdir. Hasan Basri hazretleri sahabe efendilerimizi görmüş yaşamlarına bakmış onları görmeyenlere şöyle bir şey söylemişti “ Siz sahabeleri görseydiniz deli zannederdiniz, onlar sizi görseydi dinden çıkmış zannederlerdi.” Öz eleştiri yapmam gerekirse aradan 14 asır geçmiş beni görseler ne derledi diye sormadan edemiyorum kendime?

Elbet Allah nurunu tamamlayacaktır. Peki, bizler bu dine yardım edecek miyiz, yoksa rahatımızı bozmadan bu dünyadan göçecek miyiz? Öleceğimiz garanti ama nasıl bir ölüm nasıl bir ahiret hayatı? Peygamberimize bir ayet nazil oluyor. Ayetin muhtevası “Kendinizi ve ehlinizi ailenizi sevdiklerinizi cehennem ateşinde koruyun “ diye. Genç bir sahabe efendimizin huzurundan edep üzere kalkıyor. Acaba kendimi ve ehlimi nasıl cehennem ateşinde korurum diye düşünceden hastalığa yakalanıyor. Belirli bir süre geçince peygamber efendimiz soruyor, hastalandı cevabını alınca ziyarete gidiyorlar. Kapıda peygamber efendimizi görünce hasta yatağından kalkıp peygamberimize sarılınca oracıkta ruhunu teslim ediyor. Peygamberimiz fem-i mübarekinden güzel bir hadis nakşediyor yüreklere “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz” Şahı Nakşibendi hazretleri bu konu da der ki “Ölmek istemediğin yerde bulunma”

Demem o ki herkes bir gün ölecek öyle yâda böyle. Öldüğümüz vakit sorulacak soruların cevabını iyi hazırlamak gerek. Bahşedilen rızık için senelerce okul sıralarında dirsek çürütüyoruz da, sonsuzluk bir hayat için ne yapıyoruz diye kendimize dönüp bir sormak gerekir…