Bir Ramazan ayı akşamında sohbet Çayevi’nde arkadaşlarla beraberiz. Oradan buradan konuşurken söz döndü dolaştı Kırıkkale’nin sosyal hayatına geldi. Arkadaşın birisi konuyla alakalı dört ay önce köşe yazımda ele aldığım “Kırıkkale’de Sosyete Yok” isimli yazıyı değerlendirdi ve “-Biraz acımasız olmuş, bu yazıya alakalı sana belirli kesimlerden tepkiler geldi mi?” diye sordu. Bende, aksine olumu görüş bildirenler oldu diye cevap verdim. Aslında bahse konu olan insanların yerel basını takip ettiklerini dahi sanmıyorum diye de ekledim. (Haksızlık etmeyeyim en azından cemiyet haberlerinde kimin düğününde kim ne giydi diye gazeteye bakabilirler.) Bir diğer arkadaş “-Ümitsiz olmamak gerekir, şehrimizin ileri gelenleri aydın insanlar halkımızı yönlendirirler.” dedi. Hemen arkadaşıma şu soruyu sordum. “-Kırıkkale’de aydın ve şehrin ileri gelenleri olacak kimseleri örnek verebilir misin?” O da saymaya başladı. “-Vali, belediye başkanı, meslek odaları temsilcileri, tanınmış esnaflar vs.” o an hiçbir şey söyleyemedim. Sadece, konu üzerinde çok düşünüp araştırmak gerekir dedim. Büyük Türkçe sözlükte Mehmet Doğan aydının karşılığı olarak ışıklı, bilgili, kültürlü ve entelektüel diye yazmış. 

Mehmet Doğan, aydın maddesinde iki önemli kavramı şöyle açıklıyor. Aydın despotizmi: Aydınların hakimiyetini sürdürmek için kendi dışlarındaki oluşumlara karşı takındıkları baskıcı tavır. Aydın yabancılaşması: Bazı ülkelerde tahsil ve bilgilenme sonucu kendi toplumunun değerlerinden, içinden çıktığı halktan uzaklaşma şeklinde ortaya çıkan okumuş tavrı. Bir vazifeyi iyi icra etmek aydın olmak için yeterli değildir. İster başkan ol ister vali. Hele hele onlarla sıkça görüşmekte insana sınıf atlatmaz. Herkes haddini bilmeli, alıp satan tüccarla veya hizmet sektöründe iş yapan ile üretim yapıp, ulusal ve uluslar arası alanda pazarlama yapan hiçbir olur mu? Yerel basın bunları iş adamı diye pof pofluyor. Servet, insana üstünlük sağlayan bir hususiyet değildir. Hiçbir imtiyaz sağlamaz. Şeref bilgiden ve faziletten gelir. İrsi değildir. Aydın ne diploma ne de meslek icrası ile ölçülür. Aydın kalabalığın hassaslarına kendini terk etmemeli, günlük zaaflarına değil adalet ve hakikatin emrinde olmalıdır. Bir fikir adamının dediği gibi “-Çok diplomalı vardır ama az münevver vardır. Hakiki anlamda aydından yoksunuz.” Kırıkkale’de saygın olanların bir kısmı hak etmedikleri halde saygınlık görüyorlar. En kötüsü, bizim şehrin insanları diploması olanın, parası çok olanın saygınlığı ve münevverliği hak ettiği yanılgısına düşmeleridir. Bilinçli insan üst gelir grubundan olmaktansa üst saygınlık grubunda olmayı yeğliyorum diyor. Kırıkkale’de kendini aydın sınıfından sayanlarla ulusal aydınların zihniyetleri aynı doğrultudadır. Sadece kulvar farkları vardır. Türkiye ve Kırıkkale sürekli kendini aydın sananların ihanetine maruz kalmaktadır. Bedri Rahmi’nin “Herifçioğlu sen mişelde koyuvermiş sakalı” dediği gibi. 

Üniversite rektörü Hoca Tahsin Efendi’nin “Aleme gelmiş sayılmaz, gitmeyenler Paris’e” dediği gibi. Ermeni komitacısına “Ey şanlı avcı diye hitap ederek attın fakat yazık ki, yazıklar ki vuramadın.” diyen gibi. Türkiye’nin modernleşmesi için “Batı’dan damsızlık erkek getirilmesini teklif eden Abdullah Cevdet’in iğrenç zihniyeti bugün ihanet içindeki yabancılaşmış aydında aynen devam etmektedir. Türk aydınları gerçekten her şeyi bilirler mi, dürüst ve ahlaklımıdırlar, iyi yetişmişlermidir, halkla ve toprakla temasları varmıdır. Bu sorulara da tereddüt etmeden evet diyecek aydınların sayısı çok değildir. (M. Kaplan, Büyük Türkiye Rüyası, 64) Ben bir at sineğiyim ve haykırıyorum Kırıkkale’de aydın yoktur. Polemik Yok. Kavga Yok.