Arthur Schopenhauer (1788-1860) ünlü Alman filozof, düşünür. Alaycı ve nükteli tarzda: “Dünya, tabiat, irade, hürriyet, sağduyu, din, inanç ve ahlak” üzerine yazdığı önemli eserleri vardır. Kant idealizmi ile Hint filozoflarının görüşlerinden etkilenmiştir. “Dünya akılda tasavvur edildiğinden başka bir şekilde düşünülemez” düşüncesiyle felsefi öğretisini tasavvur etme, irade, istek ve arzusu üstüne kurmuştur.Schophenhaur’ın dünyada ilgiyle okunup kabul gören “dinin hedeflediği kitle ve erken yaşlardaki çocuklardaki etkisi”ne ait görüşleri:
“Dinler kanaate değil, vahiyle inanca hitap ederler. Dinin hedeflediği kitle her zaman çocuklar, körpe beyinler, kadınlar ve eğitimsiz, okumayan, sabit fikirli insanlardır. Bu gibi insanlara din olduğu gibi değil de derin bilgelikle uyumlu veya onun bir yansıması olduğu şeklinde anlatılır. Mucize hikâyelere, korkutmalara dayalı inanç öğretileri nazik beyinlere kök salar.İnanca yatkınlığın en güçlü olduğu dönem çocukluk dönemidir. Bu yüzden insanlar, cemaatler, öncelikle ve en fazla bu nazik, en hassas dönemi ele geçirmek için her yolu denerler.Çocukluk döneminde körpe belleklere ve akıllara bir huşu ve görülmemiş ciddiyette bir tavır ile tekrar tekrar anlatılan dini doğmalar, belli görüşler ve öğretilerin bıraktığı güç o kadar güçlüdür ki vicdanları, her türlü merhamet ve insani duyguyu boğup yok edebilir.
Akıl, anlayış, yargı gücü, karakter sağlamlığı ile doğuştan donatılan genç dimağlar erken yaşlarda saplantılı, sabit fikirli, ahmakça boş inançlarla donatılırsa, bütün sahte inanç umdeleri körpe dimağlara kazımak, tekrarlı talim beyinlerin kısmen felç olmasıyla sonuçlanır. Bu da bütün hayatları boyunca kendisini ahmakça bir bağnazlıkla dışa vurur. Erken yaşta, çocukluk çağında, körpe dimağlara inanç esaslarının yerleştirilmesi çok tehlikelidir, zehirdir.
Dinler ateş böceklerine benzer, parlayabilmek için karanlığa ihtiyaç duyarlar. Belli bir cehalet düzeyi bütün dinlerin ön koşuludur ve onların içinde varlıklarını sürdürebilecekleri yegâne unsurdur. Eğitimden geçmemiş kafaların önündeki duvarları ve bunların beraberinde getirdiği sınırlamaları tam olarak anlayamazsınız. Bu kafaların içleri bütünüyle karanlıktır, özellikle temelinde iyilikten ve adaletten yoksun, kötü niyetli bir yürek bulunuyorsa ki çoğu kez olan da tam budur. İnsanlığın büyük çoğunluğunu oluşturan bu tür insanlar daha doğru ve daha iyi saiklere duyarlı hale gelinceye kadar bir müddet isterse fiilen hurafe kabilinden sebeplerle olsun, mümkün olduğu ölçüde idare edilmeli ve denetim altında tutulmalıdır. Diğer yandan, gökbilim, doğabilimi, yerbilimi ve tarih bilgisinin ışığını her yere yayması, ülkeler ve halklar arasındaki bilgi akışının artması ve sonunda felsefenin konuşmasına izin verilmesiyle birlikte vahiy ve mucizeye dayalı her inanç er geç kaybolacak ve o zaman felsefe onun bıraktığı boşluğu dolduracaktır.
Her türlü din kültüre düşmandır. Bilgi inançtan çok daha sert ve sağlamdır, dolayısıyla eğer bu ikisi çarpışacak olursa inanç parçalanır. Her halükârda bu ikisi birbirinden esaslı bir şekilde farklıdır ve karşılıklı menfaatleri gereği sert biçimde birbirinden ayrı kalmalıdır, böylece her biri diğerini dikkate almaksızın kendi yolunda ilerleyebilir. Bilgi artabilir, toplum köklü ve esaslı biçimde değişmez, bencillik devam eder, muzırlık sürer. Kalabalıklar yine kendilerini feda edecek ve ıstırap çekeceklerdir.Hastalık, yaşlılık ve ölüm mukadder akıbet olarak hala herkesi bekleyecektir. Eylemler doğasından kaynaklanır.Harici durum ya da vesileler onları sadece ortaya çıkarır. İyi bir insan yüreğindeki iyi hazinesinden iyi şeyler çıkarır, kötü bir insan içindeki kötülük hazinesinden kötü şeyler çıkarır.
İnanç aşk gibidir zora gelmez. İnancı zorla benimsetmek tam bir inançsızlıkla sonuçlanır.Birçocuğu dünyaya getirip yetiştirmek iyi ilkeler aşılamaktan daha kolaydır. Ahmakları akılcılaştırmanın ya da kötüleri iyileştirmenin bir yolu şimdiye dek bulunamamıştır. Ne öğretilirse öğretilsin bu kötüyü iyileştirmeye yetmez.Değişimler bilgidedir, iradede değil, bir taş parçası ne kadar altına dönüşebilirse kötü insanlar da o kadar iyiye döndürülebilir. Kedi fare yakalama dürtüsünü ne kadar kaybederse bir kimse bencilliğine de o kadar ikna edilebilir ya da bundan vazgeçirilebilir. İnsanların karakterleri telkinle, ricada bulunarak, yalvararak, yakararak değişebileceğine inanmak çocukçadır. İnanç ve bilgi bir terazinin iki kefesine benzer, dolayısıyla biri yükselirken diğerinin alçaldığını her zaman gözlemleyebilirsiniz. Esasen terazi o kadar hassastır ki anlık etkileri bile gösterir. Herkesin ihtiyacı olan en yararlı ve en büyük erdemler adalet, cesaret, itidal, ihtişam, yüce gönüllülük, cömertlik, nezaket, sağduyu ve bilgeliktir.
Din ve bilim iki karşıt kutuptur. Aynı kafada inanç ve bilgi birlikte barınamaz. Biri diğerini öteleyecektir. Hristiyanlık ve bütün semavi dinler ve inanç biçimleri bir kurum olarak halkı etkisi altına alıp ve bunların bilimsel gelişme yönünde bir engel teşkil etmiştir. Biri alanını genişletmek için diğerini zapturapt altına almak zorundadır.Felsefe ve Din ikisi de hakikat arayışı içinde insana yardımcı olur. Ama biri diğerini ortadan kaldırmaya çalışır ya da beriki öbürünü susturmaya kalkışır. Din kurucuları ve filozoflar dünyaya insanların uyuşukluğunu sarsmak ve ona varoluşun yüksek anlamını göstermek için gelirler. Filozoflar özgürlüğüne kavuşmuş olan azınlık için gelirler, din kurucuları ise çoğunluğa, kitlelere, insanlığın büyük bölümü için gelirler. Çocukların gelecekteki temel düşüncelerini, takip edecekleri yolu kişisel çıkarını düşünen din adamları belirliyor, bütün bir hayat boyunca bu fikirler hiç değişmeden öyle kalıyor.
Dinlerin sağladığı fayda ve zararları tam ve doğru bir şekilde tartılıp değerlendirilmeli. Eğer bir kimse yoldan çıkıp da bir suç işlemeye meyletse aklına gelecek ilk şey (ceza kanunlarında) onun için belirlenmiş ceza ve (kolluk güçlerince) yakalanma ihtimali olduğu kesindir. Düşüneceği ikinci nokta saygınlığının karşı karşıya kaldığı tehlikedir. Dini mülahazalardan herhangi birisi aklının köşesinden bile geçmeden evvel saatlerce bu iki engel üzerine düşünecektir.”