(Önceki haftadaki Hayata Tutunamayanlar yazısının devamıdır)

Börteçine Kazım: “En fazla biz ülkücüler darbe yedi, tamamımız fakir köy çocuklarıydı. Kimse bize sahip çıkmadı. Ne bir elimizi tutan sıcak el, ne omuzumuzu sıkıp bize güç veren çelik bir bilek, ne de sırtımızı sıvazlayıp bizi seven, destek veren olmadı. Eğitimin, bilimin olmadığı bir ortamda yetiştik. Masum duyguları sömürüp cahil bırakılan büyüklerimizin “Cuma’ya gitmeyen mürtet olur, tuvalete sağ ayakla gir, kıçını sol elinle yıka, esneme ağzına şeytan girer.”gibi hayatımızın her anıgünah, cehennem, kabir, azap, cin, şeytan gibi şuurumuzun altına işlenen, aklımızı taşlaştıran, zihnimizi karamsarlığa iten korkularla yaşadık. Korkuya dayalı uydurma dini duygularyüzünden beynimiz zehirlediğinden matematikte, fizikte, yabancı dilde başarı sağlayamadık. Çok kitap okuyup, sınavlarda başarı sağlayan solcu gençlere düşman hisler besledik.Yeterli bilgimiz, olmadığından dini bile yalan yanlış yaşadık.

Kafamız fazla çalışmadığından kendimizi kurtarmak için siyasetten medet umduk. Okuyup kendimizi kurtarmak yerine hamaset duygulara kapılıp kendimizi kahraman gibi gördük. Vatan elden gidiyor kurtaralım derken cehaletimizin, eğitimsizliğimizin kurbanı olup kendimizi kurtaramaz hale geldik. Gençlik heyecanıyla kontrolden çıktık.Şiddetli akan selin önünde sağa sola savrulan odun kütükleri gibi ortalarda savrulduk. Kimse bize matematiğin, felsefenin, mantığın, gücünü öğretmedi. Sor, sorgula, öğren, körü körüne biat etme, tapma, inanma, eğitimle, bilimle, fenle kendi kaderini kendin tayin et, kurtar kendini demedi. İşte bu yüzden matematiği, fiziği sevemedik. Hamasetten, basit destanlardan oluşan tarih dersini, hikâyelerden, efsanelerden oluşan dini yapıyı, cemaatleri, tarikatları, siyaseti sevdik. Onlara körü körüne biat ederek, lidere taparak,sormadan, sorgulamadan inandık.

Düşüncelerimiz bizi akıl sınırları dışına çıkarıp acımasız mengenesi soluğumuz kesilinceye kadar sıktı, umutlarımız, hayallerimiz düş kırıklıklarına dönüştü. Tutunacak hiçbir çıkış yolu bulamadık, kendimizi inşa edemedik, düşlediğimiz güzel hayatı fethedemedik. İçimize yansıyan olumsuz dış olayları, benliğimizi saran karanlık oluşumun etkisini söküp atamadık. Yıkıcı düşünceleri, negatif duyguları, sahte inançları ve fikirleri terk edemedik. Hayata tutunabilmek için çaba harcayıp inandığımız davaların peşinde koştuk, uğruna mücadeleler verdik. Kimimiz dar sokaklardakör kurşuna hedef oldu can verdi, kimimiz darağacında pehlivanlar gibi yağlı urganlarda sallandı. Sesimizi kimse duymadı.“Şartların oluşmasını bekledik, adaletli olsun diye bir sağdan bir soldan astık, idamları imzalarken ellerim hiç titremedi” diyen vahşi zihniyetin alay konusu olduk. Gerçeklerin düşlere yön vermesi kadar, kurulan bütün düşlerin de gerçekleri inşa ettiğini, tek çıkış yolunun insanın kendisi olduğunu bilemedik. Şimdi duygularımızı, düşüncelerimizi, hayallerimizi, umutlarımızı yitirdik, vatana millete olan sevgimizi, aşkımızı kaybettik.

Hayat kimini kral yaparmış kimini köle, kimini varlıklı, kimini yoksul. Doğanın kanunu bile böyle değil mi? Arslanlar ceylan yer, çakallar artanları, akbabalar da leşleri yer. Ben ormanların kralı aslan zannederdim ama anladım ki ormanların kralı aslan değil sırtlanmış. Yani fırsatçılar, yani arkadan dolananlar, sinsi olanlar. Aslan mertçe, tek başına avının yüzüne dalıyor, güçlü pençesiyle başarılı oluyor. Ama kendinden küçük sırtlanlara yeniliyor. Sırtlanlar toplu halde saldırıyor, biri önde kaçma mesafesi bırakıp, aslanın üzerine korkusuzca yürürken, diğeri fırsat kolluyor, arkadan dolanıyor, kuyruğunu ısırıp kaçıyor, kafası büyük aslanın ani manevra yeteneği daha yavaş olduğundan arkasını göremiyor. Ani manevra yapan sırtlan yakalanamıyor. Aslan da daha fazla mücadele edemeyip avını bırakıp kaçıyor.

Şimdi biziyi niyetimizin bedeliniödüyoruz. Güzel düşüncelerimize vatan, millet, bayrak, din, iman hamaset duygularını aşılayıp, arkadan dolanıpsırtımıza basıp kendi çıkarı peşinde koşan sinsi sırtlanlarınkurbanı olduk. Bizi kandıranlar dış güç değil iç güç olduğunu sonra anladık amma iş işten geçti bir kere.Her şey bizim suçumuzdu. Derler ya kişinin en büyük düşmanı kendisidir. Ne kendimizi tanımışız ne hayatı. Hayatta olup biten her şeyin asıl sorumlusu kişinin kendisi olduğunu, karşısına çıkan tüm aksiliklerin, korkularının, karamsarlıkların kişinin özgüvensizliğinden kaynaklandığını öğrendik. Büyüğe, lidere, dini öndere sormadan, sorgulamadan, körü körüne tapmanın, biat etmenin, sözünden çıkmamanın yanlış olduğunu, kişiyi mevcut durumuna, geldiği güne koşullar değil kişinin kendi kararları getirdiğini sonradan anladık. Bu yüzden sırtımız yere geldi, hayatımız tüm hızıyla yokuş aşağı gitti zavallılığın sınırına dayandı.Acılarımız tecrübelerimiz oldu, yenildik, yaşamın gerisinde kaldık.Şimdi bizi kandıranlar, bize ihanet edenler, sırtımızı merdiven yapıp yükselenler yüksek makamlarda, yatlarda, katlarda, sefa sürüyor.

İşte toplumun büyük bir kesimi bu vasat seviyedeki, akıl ve zihin çapı gelişmemiş kalabalık kitlelerden oluşur.Ve bu kitleler kolay yoldan meşhur olmak, hayata tutunabilmek uğrunasiyasetten, cemaatlerden, tarikatlardan, şarkı ve türkü yarışmalarından medet umarlar.Bu yüzden bizim gençlerin çoğunluğu düşlerde yaşar ve bu düşler gerçeklere yön veremez. Acılı, ıstıraplı arabesk şarkılar ile hoyrat, gazel, bozlak dinleyen hüzünlerle dolu mutsuz bir gençlik yetişir. Şarkıların, türkülerin altındaki binlerce yorumlar bunun ispatı, kanıtıdır.

Oysa şimdi yaşam o kadar güzel ki. Dışarda özgür olarak ilahi güneşin altında yürümek, ülkemin güzel havasını teneffüs etmek, ağaçları, dağları, denizleri seyretmek. Dağ başındaki pınarlardan buz gibi su içmek… Cennet elimizin altındaymış da bilememişiz. Gözlerimiz bakmış ama etrafımızdaki güzellikleri görememiş, farkında olmamışız. Hani Hint filozofları derler ya farkındalık bir bilimdir, hayat cennettir bakmasını bilene.Velhasıl yaşamak, hayatın tadını çıkarıp, her anını, her dakikasını uyum ve iş birliği içinde dostça, kardeşçe yaşamak varken öfkemize, cehaletimize yenildik. Kendimiz ettik kendimiz çekiyoruz, bir de tüm sevdiklerimize, ailemize çektiriyoruz.” (Devamı haftaya)