Hayatta birçok arzu ve isteklerimiz olduğu halde bazen ulaşabildiklerimizin yanı sıra, ulaşamadıklarımız esiri oluyoruz. Elde etmek istediğimize körü körüne bağlanmak acı veriyor. Kazanınca da kaybetme korkusu acı veriyor. Kaybedince de kaybı acı veriyor. Hâlbuki ki biz kaybolmayacak olana körü körüne bağlandığımız vakit, ne acı verir ne kaybetme korkusu meydana gelir. Sonsuz bir mekânın, âlemin tek sahibine…
İnsanın arzu ve istekleri sınırsızdır. Hırsı ise bunlarında üstündedir. Ama imkânları sınırlıdır. Hırsımızla sonsuz arzu ve isteklerimizi birleştirdiğimiz zaman, insanoğlu hiç bir şeyden çekinmeden yapabileceklerinin sınırı maalesef olmuyor. Hâlbuki madde planında baktığımız vakit, yediklerimizden ve giydiklerimizden başka hiç bir şeyin bizim olmadığı hatta aldığımız nefesi bile geri verdiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Üstat Necip Fazıl diyor ya ”Alan O, veren O, nedir senden gidecek. Telaşını görende can senin zannedecek.” Her şeyimiz emanet olan bir dünyaya bu kadar çok ehemmiyet vermemiz akıl alır şey değil.
Aslında çok basit gördüğümüz her gün rutin yaptığımız şeyler ne kadar büyük bir nimet olduğunu kaybettikten anlıyor insan. Peşinde koştuğumuz elde etmek için bir ömür çabaladığımız şeylerin ne kadar boş anlamsız olduğunu anlıyoruz geçte olsa. Bir ömre sığmayacak maddelerin peşinde bir ömür harcamak akıl başa geldiğinde dönüp arkana bakmak sonu pişmanlıkla biten dünyalık işler.
Zaman denilen mefhum hâlbuki en bereketsiz bir şeydir. Değerini kıymetini sanki elde ettiklerimizle ölçmemiz anlık haz verse de, sonunda ise elimizde boşa harcanan bir ömür kalıyor. Zamanımızı nasıl değerlendiririz diye düşünmek gerekirken, vakti boşa harcamak kadar malayani olanların peşinde gitmek, hüsrana açılan pencereden atlamak gibi bir şey. Bir ömre sığmayacak eserler bırakmak için karıncalar gibi çalışmak gerekir. Dünya üzerinde kalacak metalar, peşin olarak alacaklarımız değil, yaptıklarımızla sonrasında mükâfatı ahiret yurdunda alacağımız işler peşinde koşarsak, hem dünyada hem ahirette rahat ederiz.
Hz. İsa'ya sormuş havarileri neden bir ev yapmak gereksinimi duymuyorsun diye, oda gönüllere işleyen bir cevap “Benimle gelmeyecek bir şeyi yapmak akıl erecek bir şey değil.” Ne kadar da bizimle gelmeyecekler dolu etrafımız, kement atmış bırakamayacaklarımız. Dünya hani konak yeri idi, misafir gibi kalıp göçecektik. Hz. Peygamberimiz (sav) Selman-ı Farisî efendimize bir nasihat da bulunmuş, hayatı boyunca o düstur üzere yaşamını belirlemiş. “Senin mal varlığın, bir yolcunun azığı kadar olmalı.” Onunda sırtına attığı heybesinden başka dünyalık bir şeyi yoktu. Hz. Ömer (ra) zamanında Medâine vali oldu. Sel basınca şehri, heybesini alıp dağa çıkıp, insanların evinde kalan değerli eşyaları almak içi çabalayıp sele kapıldıklarını görünce Allah Resulünün nasihatini bir kez daha anladı. Yükü az olan kurtuldu vesselam.