Hayat boyu birçok imtihanlardan geçsek de, o dar boğazdan geçtiğimiz vakit dönüp baktığımızda ne kadar çok üzülmüşüz kahrolmuşuz diye söyleniyoruz. Aslında bu imtihanlar başkalarına sanki samyelinin vücuda verdiği bir esinti gibi gelir ya da bir sineğin ısırması kadar olur. Başımıza gelen musibetleri Ağrı dağının ağırlığından daha ağır görmekte üstümüze yok. Halbuki bizde derdi nimet görenler var. Dünyalık işler için dertlenenlere bir şey demiyorum. Onların dertleri Kaf dağından bile büyük de neyse…
Gazze’de yaşananlara bakıldığında, dünyada ne kadar ağır imtihanlar varsa orada. Açlık, susuzluk, işkenceler, anne babaların kendi canlarından öte tuttukları çocuklarının cesetlerini poşete koyup götürmeleri. Daha hangi birisini sayalım ki. Dimağlarımıza, tahayyül bile edemediğimiz imtihanlar. Gözü yaşlı bir Gazze’li çocuğun “Ben beyaz ekmeği özledim” demesinde ki burukluktan mı bahsedelim, yoksa 4 yaşında ki bir kız çocuğunun dışarda titrerken neden dışardasın çadırda değilsin sorusuna “Nasıl olsa her yer soğuk” demesindeki imkansızlığın yürek yakan tarafını mı? Senin bayat deyip kapıya koyduğun, çöpe attığın ekmeği yiyemeyen çocuklar açlıktan ölüyor. Hunharca harcadığın suyu onlar içmediği için vefat ediyorlar. O kadar İslam aleminin sadece kınamaktan başka bir şey yapmayışı orası ayrı bir muamma. İçimizde firavunlardan da bahsetmiyorum. Zaten onların kalbi katılaşmış olduğundan onlara herhangi bir şey demek ya da eylemde bulunmak gibi bir niyetimiz yok. Aslında 2 milyar Müslüman tam inanmış 313 sahabe gibi olsak Bedir Gazvesinde nasıl ki Allah azimüşşanın yardımı geldi ise, bize de gelecektir de… Sözlerimizle davranışlarımız bir değil aslında. Seviyoruz diyoruz, sevmek ispat ister bizde yok, Peygamber efendimizin (sav) söylediklerini ezberliyoruz amma velakin uygulamada sınıfta kalıyoruz. Aslında bizler işin edebiyatını yapıyoruz, sonrada cennete talip oluyoruz. İlginç!
Elbet bu canı bir şekilde vereceğiz. Mühim olan nasıl verdiğimizden ziyade nasıl bir yaşam döngüsüne bağlı bir yol izlediğimizdir. Hani Necip Fazıl diyor ya “Alan O, veren O, nedir senden gidecek, telaşını görende can senin zannedecek” bizim olmayan bir şey için çok sahiplenmek ne olursa olsun, akıl kârı değil. Konusu hülasa edersek, fazla söze hacet yok hesap günü elbet gelir…