“Geriye gidiyoruz” desem katılanlardan çok katılmayan olacak, bundan eminim. Ama ben tepkileri göze alacak ve “geriye gidiyoruz” söylemimde ısrar edeceğim. Seçim önceleri atılan palavra hedeflerden değil, hayatımızı alt üst eden gerçeklerden bahsedeceğim.
Geriye gidiyoruz.
Daha az kitap okuyoruz. Bir zamanlar bizim olan SEKA’larımız vardı, bize kâğıt üretirdi. Kâğıt ucuzdu, dolayısıyla kitap ta ucuzdu. Yıllardır kitap alırım, beş altı yıl önce aylık ayırdığım bütçeyi yine ayırıyorum ama dün aldığım yedi sekiz kitap yerine bugün ancak iki, en fazla üç kitap alabiliyorum, o da zararına kitap basmayı görev edinmiş kamu kurumları ya da belli bankaların ısrarla sürdürdükleri kültürel faaliyetlerin eseri kitaplardan.
Okumayan, okuyamayan toplumların yıkılması, en azından çağın gerisinde kalması kaçınılmazdır. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı İslam Alemi gibi. Dün okumadık ve bir cihan imparatorluğunu kaybettik, bugün gene okumuyoruz ve din esaslı medeniyetler arasında ne yazık ki son sıralardayız.
Sadece bir istatistik vereceğim bu konuyla ilgili olarak: Bir Japon yılda 25 kitap, bir Fransız 7 kitap okurken Türkiye’de 12 bin 89 kişiye sadece ve sadece 1 kitap düşüyor. Evet, 12 bin 89 kişiye sadece 1 kitap.
Medeniyetler arası bir yarıştaysak eğer öncelikle yapmamız gereken şey siyasetin atıp tutmalarını, bol soslu seçim palavralarını bir kenara bırakıp kendi gerçeğimizle yüzleşmektir. 200 küsur üniversitemiz varmış!
200 küsur üniversitede eğitim verecek akademisyenimiz var mı acaba? Ne yazık ki yok, olmadığı için de üniversitelerimiz üniversite değil, diplomalı işsizler ordusu üretim fabrikası! Gençlere değil sitemim, bizi yönetenlere. Geleceğimizi köreltenlere…
Müslümanız elhamdülillah ama Müslüman gibi yaşamıyoruz ne yazık ki! Ve yine ne yazık ki bazı uluslararası Müslümanca yaşama araştırmalarında ilk 40’a giren İslam ülkesi yok. Onun içindir ki hemen hepimizin gözü Batı’da.
Ziya Paşa 150 yıl önce “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm/ Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm” diye anlatır hal-i perişanımızı.
Yüz yıl önce de Mehmet Akif Ersoy şöyle sesleniyordu İslam Alemi’ne, ya da daha doğru bir ifadeyle şöyle feryat ediyordu uyandırmak için mensubu olmakla övündüğü medeniyet alemini: “Ey dipdiri meyyit, “İki el bir baş içindir” / Davransana… Eller de senin, baş da senindir! / His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin? / Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin. / Kurtulmaya azmin niye bilmem ki süreksiz? / Kendin mi senin, yoksa ümidin mi yüreksiz?”
Not: Safahat’ın Üçüncü Kitap’ında yer alan bu şiir uzundur ve her satırı bir başka güzel ve bir başka önemdedir. Tavsiye olunur.