Soren Kierkegaard (1813-1855) Danimarkalı yazar, teolog. Dindar babasının etkisi altında katı bir Protestan eğitimi aldı. Yazılarında “Hıristiyan fikri” karşısında yozlaşmaya yüz tutmuş “Hristiyan alemi” gerçeklerini alaylı bir dille eleştirdi. Takma isimlerle yayımladığı vaazlar ve dinsel içerikli konuşmalarından oluşan eserleri Heidegger, Sartre, Jaspers gibi felsefecileri derinden etkiledi. Bazı eserleri: “Korku ve titreme”, “Ya/Ya da”, “Aforizmalar”, “Ölümcül Hastalık umutsuzluk”, “Baştan çıkarıcının günlüğü ve Meseller.”
“En yüce hüküm Tanrı buyruğudur. Şan almış hiç kimse yeryüzünde unutulmaz. Kendini bilen, kendini seven kendine büyüktür, Tanrıyı seven herkesten büyüktür. Tanrı kudretiyle, bilgeliyle büyüktür, kişi umudu, sevgisi, erdemiyle, imanıyla büyüktür. Tanrı dünyevi kavrayışını bırakıp, yanına bir tek imanını alandan hoşnut olur ve o kişi Tanrının rahmetine, bereketine uğrar. İnanmak uludur, inancını tefekküre sevk etmek daha kutsaldır. Tanrı aşktır, İbrahim imanın atasıdır”sözleri dünyada genel kabul gören Kierkegaard’ın emek, helal kazanç, din, iman, inanç hakkındaki görüşleri:
“Varoluş her şeyi kapsar. İhtişamı, dehşeti, yılgıyı, korkuyu, titremeyi, neşeyi, hüznü, kederi, acıyı, tutkuyu anlatan sözler yüreklerden kopup gelir. Söz bunları aktarır, söz aktarıcıdır, bazen çok kişide hayranlık uyandırır. Gören göz ile görülen biçim, varoluşun aynasının sırrında birleşir, bakışa dönüşür.Bir insanda daimî bir uyanıklık yoksa herşeyin temelinde çapraşık tutkularla kıvranarak değerli ve değersiz, hiddetle köpüren her şeyi yaratan bir kudret yatıyorsa ve herşeyin altında hiç doyurulmamış sonsuz bir terkedilmişlik uzanan yaşam umutsuzluktan başka bir şey olamaz.
Görünür dış dünyadan alınmış bir atasözü şöyle der. Yalnızca çalışan ekmek kazanır. Ne gariptir ki bu atasözü açıkça ait olduğu bu dünyada yerli yerine oturmaz. Çünkü dış dünya kusurlu olma kanununa bağlıdır, kayıtsızlık kanununun esareti altındadır veçalışmayanın da kazandığı, hatta uyuyanın çalışana göre daha çok kazandığı sürekli yinelenen bir deneyimdir. Dış dünyada her şey hamiline ödenebilir haldedir, yine bu dünyada her kim yüzüğü taşıyorsa yüzüğün cini ister Nureddin olsun ister Alâeddin ona itaat eder ve her kim dünyanın hazinesini elini tutuyorsa nasıl elde etmiş olursa olsun hazine onundur.
İç dünyada (Ruhlarâleminde) ise bu böyle değildir. Burada sonu olmayan ilahi bir düzen hüküm sürer. Ruhlar âleminde yağmur hem haklının hem de haksızın üzerine yağmaz, burada güneş hem hayır sahibinin hem de günahkârın üzerinde parıldamaz. Burada her şey yerli yerine oturur. Ruhlar âleminde yalnızca çalışan ekmek kazanır, çalışmayan ekmek kazanamaz. Emek veren telef olmaz.Her şey kişinin emek harcamak ve yükü omuzlamak isteyip istememesine bağlıdır. Ruhlar âleminde dolandırıcılık hoş görülmez, haddini aşarak hızla ilerlemek çok tehlikelidir. Yalnızcamustarip(sıkıntı, ıstırap çeken) olan dinginlik bulur, yalnızca soyunu ruhlar diyarında sürdüren sevgilisinin imdadına yetişir, yalnızca bıçağı çeken İshak’a kavuşur. İbrahim dürüst bir insandı, Tanrı’nın seçtiğiydi. Bu yüzden İbrahim imanın atasıdır. Tüm insan yaşamı tutkuda birleşmiştir ve iman tutkudur.
Günahkâr kişinin durumu oldukça trajiktir. Ya idam edilir ya da akıl hastanesine gönderilir. Gerçeklik denen şeye göre mutsuz olur. Dünyada işler rahibin dediği gibi gitmez. Ve insan ancak inanç yoluyla İbrahim’e benzeyebilir, cinayet yoluyla değil. İman en yüce şeydir.İnanıyorum ki Tanrı aşktır ve benim için öyle kalacak. Hüzün inanın zihnini bulandırabilir.Tanrıyı inanmadan seven kendini düşünür, tanrıyı inanarak seven tanrıyı düşünür. Ebedi teslimiyette barış ve dinginlik, sükûtve huzur vardır. Etik olan yani ahlaki, yani ilahi olan en yüce şeydir.Etik olan evrensel olandır evrensel olan belli olan, açığa vurulandır ve bu sıfatla tekrar ilahi olandır. Birey ise fiziksel ve ruhsal bir varlık olarak, saklı olan, gizli kalandır. Bireyin etik görevi bu gizlilikten hareketle kendini evrenselde açığa vurmaktır. Kişi gizlilikte kalmak istediği sürece, günah işler, meydan okur. Meydan okumanın içinden ancak kendini açığa vurarak sıyrılabilir.
Evrensellik herkes için geçerlidir ve insanda kötülük dışında ölçüsüz hiçbir şey kalmayacaksa insanın Yunanlıların sahip çıktığı tutarlı düşünmenin türetildiği kategorilerden başkasına ihtiyacı yok demektir. Bu yüzden kişi her görevin Tanrı’ya karşı olduğunu söyleme hakkına sahiptir. Görev Tanrı’ya dayandırıldığında görevdir. İnsanın komşusunu sevmesi bir görevdir. Fakat bu görevi yerine getirirken Tanrıyla değil sevdiğim komşumla ilişkiye girerim. Komşuyu sevmem görevimdir ki bu evrensel olandır ve bu da insanın görevidir. Komşudaki yangın sendendir.
Sessizlik şeytanın tuzağıdır. Kişi ne kadar sessiz kalırsa, şeytan o kadar korku verir. Ama sessizlik, aynı zamanda, ilah ile kişi arasındaki karşılıklı anlayıştır. Sevgilileri ayıran çoğunlukla kötü ruhlara benzeyen dertler ve zorluklardır. Ama sevginin yanında sema vardır. Bu yüzden, bu kutsal ittifak tüm düşmanlarının hakkından gelir. Semanın birleştirdiğini ayıran, yine semadır. Şeytani bir kişide sıradan bir kişiyle karşılaştırılamayacak kadar çok iyilik bulunur. Birey, mutlak ilişkiye girdiği sürece, şeytani olan da ilahi olanla aynı özelliklere sahiptir. Varoluş hiçkimseyi en aşağılık olanı bile dışlamaz, hiç kimseyi aldatmaz. Ruhlar âleminde kendisini aldatan aldanır yalnızca.
Tanrıyı sevenin gözyaşlarına ihtiyacı yoktur, takdir edilmeye ihtiyacı yoktur, aşkında acısını unutur. Evet, öylesine unutur ki sonrasında Tanrı’nın kendisi hatırlatmazsa, acının en küçük bir izi bile kalmaz.”