Bilmem ki kaç kişi geldi bu aleme, şu an kaç kişi var, daha kaç kişi gelecek. Herkes bir koşuşturmacanın içinde rüzgârın önünde savrulan yaprak misali dönüp duruyoruz bu dünya meşgalesinin deminde. Herkesin bir hikayesi var. Hikayesini bilmediğimiz insanların acılarını da ne olduğunu bilmeden yargılıyoruz. Herkes gül bahçesinin içinde doğmadı. Bir eli yağda bir eli balda, güllük gülistanlık bir aile hayatı olmadı. Kimi bataklığın içinde nadide bir çiçek olmayı başardı, kimileri ise bataklığa katkı sağladı. Ön yargılı davranmak, insanların yaşadıklarını bilmeden yargılamak, onları üzmekten daha doğrusu bizim benciliğimizden başka bir şey değil. Sınanmadığımız imtihanlarla dolu yaşantımız başkalarının odak noktası ama bizler kıymet bilmiyoruz. Yaşadığımız hayatın zorlukları ile düşüncelerimiz planlarımızla devam ediyoruz bu hayata. Bir dünyamız var o dünya içinde birçok hayaller ile cebelleşip duruyoruz.
50 sene önce yoktuk bir 50 senemiz var mı orası muamma? Anın değerini bilmek yerine, gelmeyecek yarınların, gelip geçmişlere takılıp kalıyoruz. Şu an var, elimize olan. Ağır ağır o anı yaşayıp göçüp gideceğiz. Kırmadan incitmeden halbuki basit bir yaşam biçimi varken neden zorlaştırıyoruz. Bu kadar hengameye kalp yoruluyor, zihin yıpranıyor.
Dünya o kadar da ehemmiyet verilecek bir yer değil. Nasıl olsa bırakıp gideceğiz neyimiz varsa. Yaratılmışlar arasında öleceğini bilen insanoğlu nedense hiç ölmeyecekmiş gibi planlar yapıp hayaller kurmakta üstünü yok. Bunun adı da gaflettir. Aslına gaflet her yanımızı sarmış da bizim haberimiz yok.
Bütün imkanların olduğu ama imkansızlıklar içinde yaşayan, her şeyin tam olduğu sandığımız ama tamamlayamadan göçüp gittiğimiz yerin adıdır dünya. Varım dersin yok eder. Buradayım dersin seni senden alır. Benim dersin, seni senden alır. Velhasıl var mısın ki yok olmaktan korkuyorsun. 2 kuşak sonra ismin bile zikredilmeyecekken var olmak senin için mana taşıyabilir mi?